Dün aldım başımı, Erenköyü’ne gittim. Köşkler henüz kış uykularından uyanmamışlar. Bahçelerde henüz bahçıvan eli görmemiş bir yeşillik çılgınlığı. Çimenler, kır çiçekleri, ağaçlar ve mor salkımlar, öğretmeni gelmemiş okul çocuklarının içten kaynayan tabii

Dün aldım başımı, Erenköyü’ne gittim. Köşkler henüz kış uykularından uyanmamışlar. Bahçelerde henüz bahçıvan eli görmemiş bir yeşillik çılgınlığı. Çimenler, kır çiçekleri, ağaçlar ve mor salkımlar, öğretmeni gelmemiş okul çocuklarının içten kaynayan tabii neşesi, rahatlığı ve uzanışı içinde... Dallar alabildiğine uzanmış, otlar alabildiğine büyümüş, çiçekler birbiriyle sarmaş dolaş... Hele bir Mayıs olsun, hepsini makaslar yola getirecek...
***
Doğduğum eve uğradım. Koskoca bağda üç beş kütük, eski bir medeniyetten artakalmış bahtsız iskeletler gibi:
- Vaktiyle burası bağdı, diyorlar...
Bostan kuyusunun dolabı çoktan yıkılıp kümeslerin dibindeki ahıra taşınmış.
Büyük havuz çöplük bile değil artık. Çöplükte ne de olsa bir hayat işareti vardır. Burada kimse yaşamıyor ki... En acıdığım o canım ıhlamur oldu. Küçükken altında oynardım. Ve babam gölgesinde nargile içerdi. Ta dibinden kesmişler ıhlamuru... Çamlar hâlâ dayanıyorlar... Biraz yalnız, biraz anlaşılmayan, fakat gene de vakarla her türlü yıkıcılığa karşı koyan bir tarafları var.
Dutlar yeni canlanan yapraklarıyla birbirlerine sokulmuşlar, geçmişten avuçlarında kalan kırık dökük hatıraların dedikodusunu yapıyor olmalılar.
Doğduğum odanın üzerinden birkaç karga uçtu.
İncirler çok yıl yaşamış da hayattan hiç bir şey almamış irikıyım vücutlu, geniş enseli, lafı bol, ruhu kısır, seksen yaşında güm güm yürüyen dinç ihtiyarlar gibi...
***
Eskiden burası böyle miydi? Akşamları sulanan çiçeklerin kokusu ve serinliği kaplardı etrafı... Ortadaki göbekte yıldızlar, zorla tutturuldukları kazıklarda mecburi bir izdivacın nazlı hüznünü sarı sarı karanfillerin üzerlerine dökerler ve karanfillere, hercailerle aslanağızlarını gıptayla göstererek:
- Ne yapalım, kader bu, bizler bağlanmışız bir kere, diye iç çekerlerdi.
Uzaktan yoğurtçu sesleri aksederdi. Kapının önündeki merdivenli alçak balkonda sofra hazırlanır, mutfaktan kızartılan kalkan balığının kokuları gelirdi. Ve yanıp sönerek ateşböcekleri uçuşurdu bahçede...
***
Bugün ne diye geldim buraya? Hiç, aklıma esti, geldim işte... Bir yazarın bazen bu memlekette lüzumsuz olduğunu düşünüyorum. Neyi, kime ve niçin yazacaksın?
Beynini kazıyıp, gönlünün acı ateşinde göz nuruyla karıştırarak pişirmeye çalıştığın her şeye; gözü fersiz, gönlü boş ve beynini unutmuş kişiler, mutlaka seni kıracak bir anlayışsızlığın tükürüğünü atacaklar.
Eskimiş, kaplamaları kalkmış köşke baktım.
- Bu köşkten, bu bahçeden koptuktan sonra geçirdiklerim; hepsi hepsi her gün şurada iki satır yazı yazmak için miydi, dedim...
Bağda yavrusuyla dolaşan keçi:
- Me... dedi.
- Değer miydi, dedim; keçi cevap vermedi.