İstanbul sokaklarında, ekmek almaya çıkmış gencecik çocukların öldürüldüğü kapkaranlık bir hafta sonunda, hep birlikte “yüzme” havuzu yerine, hep birlikte bir “gülme” havuzuna atlamak istemez misiniz? *** Her ne kadar Tevfik Fikret:

İstanbul sokaklarında, ekmek almaya çıkmış gencecik çocukların öldürüldüğü kapkaranlık bir hafta sonunda, hep birlikte “yüzme” havuzu yerine, hep birlikte bir “gülme” havuzuna atlamak istemez misiniz?
***
Her ne kadar Tevfik Fikret:
Güleriz biz ağlanacak halimize, dediyse de, biz neye güleceğimizi de pek bilemiyorduk, neye ağlayacağımızı da...
***
“Gülme havuzu”na uygun bir de bir örnek verelim mi buna?
Alın buyurun lütfen:
1933 yılında Ankara’da kurulmuş yeni Cumhuriyet Dönemi’nin de, kuruluşunun 10’uncu yıl dönümüydü.
Bendeniz de 6 yaşında Edirne’de Kaleiçi’ndeki Devlet İlkokulu’nda okul hayatına başlamıştım. Rahmetli Hikmet Hoca’nın yönetiminde, ilk yaptığımız iş, okulun bahçesinde Cumhuriyet’in Onuncu Yıl Marşı’nı, hem ezberlemeye, hem söylemeye çalışarak, canımız çıkıncaya dek koşmaktı.
***
Cumhuriyet’in 10’uncu Yıl Marşı, hep bildiğimiz gibi:
Çıktık açık alınla on yılda her savaştan.
On yılda on beş milyon genç yarattık her yaştan,
Diye başlıyordu.
***
Derken arkasından bir de gençlik marşı geldi:
Dağ başını duman almış, gümüş dere durmaz akar...
***
İşin en matrak tarafı, Marş’ın bestesinin bir İsveç Marşı olması, “güfte”sinin de Ali Ulvi Elöve’nin olmasıydı.
***
Cumhuriyet hamlemiz İsveç bestesiyle “Asri”leşiyor, İttihat ve Terakki’nin Selanikli bir üyesi ve Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın da bir “hemşerisi” sayesinde vatan ve milletin malı oluyordu.
***
O yıllarda halkın en sevdiği türkülerin başında da, bahçelerde mangal yakılırken söylenen türkülerden biriydi:
- Mangal üstünde boru, türküsüydü.
***
Cumartesi sabahı, “gülme havuzu”na hâlâ atlayamadık. Oysa biraz da hem “şişinmemiz” hem de “hava atmamız” gerek.
***
Şişinirken hamasi şairlerimizden; hava atarken de, Çamdeviren’in en matrak mısraları ile modern şiirlerimizden medet umabiliriz.
***
Önce Namık Kemal’den bir örnek ilkine:
Altı da bir, üstü de birdir yerin,
Arş yiğitler, vatan imdadına.
Bir itfaiyeci marşı da kolayca olabilirdi, böyle bir manzume.
***
İkinciye örnek de şair Faruk Nafiz’in “Çamdeviren” takma adıyla Akbaba mizah dergisine her hafta yazdığı mizahi manzumelerdi.
Onlardan birinde şöyle diyordu:
Yaşasın! Kim yaşasın? Ömrü olan, şak şak şak...
***
Ve Orhan Veli’nin anıtlaşmış mısraları:
Neler yapmadık bu vatan için?
Kimimiz öldük,
Kimimiz nutuk söyledik.
***
“Gülmece havuzu”na tepeden balıklama tam atlayamadıysak da kıyısından girmeye çalıştık yine.
***
Zafer marşımız, 30 Ağustos Marşı:
Kar, bora, fırtına sükun bulacak,
Sana düşmanlar, sana düşmanlar selam duracak.
Diye başlıyor.
***
Elöve’nin güftesi de öyle:
Dağ başını duman almış...
***
Mehmet Akif de gelenek ve göreneği bozmamış, hem:
“Korkma” diye başlamıştı milli marşımıza, hem de “şapka” giymeye karşı çıktığı için Mısır’a taşınmıştı.
***
Atatürk de, Ersoy da; aynı hastalıktan, karaciğer yetmezliği “siroz”dan vefat etmişlerdi.
***
Ahfadımız da, bitmeyen çalkantılar yaşadı ve nihayet “çağ nasıl olur” görmeye başladık.
“Uzay” kapısı da açıldı.
***
“Dünya Çağı”nın kapanması, insanı köhneleştirse bile, eğlendiriyor.
***
Oh ne iyi... Yarın da Pazar. Kimbilir ne cengâverler de, nerelerde, kimlere ne kuyular kazar?
***
Böyle gelmiş ama böyle gitmeyeceği anlaşılıyor.
Hayırlısı olsun.