Halil İbrahim Zeyrek.

Yiğit, duyarlı, yürekli bir yurtseverdi. 1891 yılında geldiği dünya sefaletler, sömürüler, ihanetler, savaşlar, kan ve gözyaşı içinde kıvranıyordu. Delikanlılık çağında ülkesinin yıkım ve esaret sürecine kederle tanıklık ediyor, yarınları kurtarmak için başlıca çıkış yolunun eğitim seferberliği olduğuna inanıyordu. İşte bu yüzden, dinamik kalbi öğretmenlik aşkıyla atıyordu. Fakat, öğretmenlik hevesi kursağında kalmıştı. Çünkü güzel yurdu emperyalizmin taşeronu Yunan Ordusu tarafından işgal edilmişti.

Halil İbrahim Zeyrek (1925)

15 Mayıs 1919'da İzmir'in esir düşmesinin ardından, 20 Mayıs'ta Menemen, 25 Mayıs'ta Manisa, 29 Mayıs'ta Aydın ve Ayvalık, 5 Haziran'da Akhisar işgal altına alınmıştı. Sırada Bergama ile deniz kenarındaki kazası Dikili vardı.

Hayat felsefesinde umutsuzluğa yer olmayan bir neslin bireyiydi Halil İbrahim. Soluğu, merkezi Ayvalık'ta olan 172. Alay Kumandanı Yarbay Ali Çetinkaya'nın yanında aldı. Vatansever bir subay olan Ali Çetinkaya teslimiyetçi değil, direnişçiydi. Özgürlük ve bağımsızlık için milis kuvvetler örgütlemeye girişti. Yörenin yurtseverleri ile Ayvalık Muratili'nde toplandı. “Ruhumda ve vicdanımda büyük bir isyan başladı. Bütün akıl ve idrakimi ve düşüncelerimi Bergama'daki Yunan'a karşı bir şeyler yapabilmeye vakfettim” diyen Ali Çetinkaya, toplantıya katılanlarına şöyle seslendi: Arkadaşlar; büyük savaşın yorgunluğunun üzerinizden geçmediğini biliyorum. Fakat ben değil, memleket sizden hizmet bekliyor. Benimle olanlar sağ tarafa ayrılsınlar. ‘Hayır, yapamayacağız, yorgunuz, çocuklarımızdan daha fazla ayrılamayacağız' diyenler silahlarını bırakıp gitsinler.

Hepsi sağ tarafa geçti. Bir teki bile geri adım atmadı. Halil İbrahim Zeyrek de “Ya istiklal, ya ölüm” diyenlerdendi. Çetinkaya onu Kozak Milis Kuvvetleri Komutanı olarak görevlendirdi.

Ali Çetinkaya ve Atatürk

İşi hiç kolay değildi. Savaşacak adam bulmakta zorlanıyordu. Birinci Dünya Savaşı'nda sadece Dikili kazası 42 şehit vermiş, cepheden yaralı olarak dönen yüzlercesi sakat kalmıştı. Öyle ki, Bahçeli Köyü'nde hiç erkek kalmadığı için cenazeleri kadınlar kaldırıyordu. Halk bitkindi.

Padişah, Şeyh-ül İslam ve Sadrazam Damat Ferit, işgal ordusuna karşı konulmaması için fermanlar yağdırıyor, teslimiyetçi olmayanları idamla tehdit ediyor, nasihat heyetleri görevlendiriyordu.
Kimin kime zulmettiği belliyken, Ege Bölgesi'ni dolaşan Şehzade Abdurrahim Efendi başkanlığındaki heyet-i nasıha, Türkler'e Rumlar'la iyi geçinmeleri, zulüm yapmamaları (!) nasihatinde bulunuyordu. Saltanat ve hilafet yanlısı Hürriyet ve İtilaf Partisi mensupları, karargahı İzmir'de olan Yunanistan İşgal Kuvvetleri Komutanı Albay Zafirios'a, Bergama'yı işgal etmeleri için 50 imzalı davet mektubu göndermişti.

Beklenen kabus yaklaşıyordu. İşgalciler 10 Haziran'da karadan Reşadiye – Zeytindağ'a geldi. Vatansever Yüzbaşı Kemal Bey, telaşla Bergama Kaymakamı Rasim Bey'e gitti, “Geliyorlar. Şehrimizi savunalım” dedi. Durumu hükümete bildiren Kaymakam Rasim Bey, olumsuz bakışlarla Dahiliye Nazırı (İçişleri Bakanı) Ali Kemal'in bildirisini uzattı. Bildiride şöyle yazıyordu: Hükümet-i Osmaniye, Yunanistan ile harpte olmadığı için, ateşkes kurallarına göre, uzlaşma devletleri tarafından tüm örgütleşme ve donanım sınırlandırıldığından, bu yolda ortaya çıkan saldırılara karşı doğal olarak kınamaktan başka çareye yönelinemez. Eğer Yunan işgal kuvvetleri tarafından böyle bir saldırı söz konusu ise tarafınızdan hükümet adına şiddetle protesto yapılsın. Fakat karşı koyma, barış konferansında Yunanlılar'a karşı ileri süreceğimiz düşünce ve savları sekteye uğratmak demektir.

Vatana ihanetin haddi hesabı yoktu. Yüzbaşı Kemal Bey, halka yeter ölçüde silah ve mühimmat dağıttıktan sonra şehirdeki cephaneliği infilak ettirdi. Yunan askerlerine rehberlik eden şeriatçı Hamit Çavuş, Yüzbaşı Kemal Bey'i gammazlayacak, yurtsever subay İzmir'e götürülerek zindana kapatılacaktı.

Ertesi gün, 12 Haziran 1919'da, 800 piyade, 80 süvari, üç makineli tüfek ve iki toptan oluşan Yunan kuvveti elini kolunu sallayarak Bergama'yı işgal etti. Bir gün sonra Yunan fırkateynleri Dikili'nin Türk mahallesini top ateşine tutarak cehennem yerine çevirdi, ardından karaya asker çıkardı. Bergama Kaymakamı Rasim Bey, Yunan taburu komutanına, şehrin tek sorumlu idarecisi olarak işgali protesto ettiğini söylemiş, işgal komutanı şehre çağrılı olarak geldiğini belirterek 50 imzalı kağıdı göstermişti.

Dikili eşrafıyla birlikte. (Ayakta, askerin arkasında.)

Bu ahval ve şerait içinde dahi güneşli, güzel günlere inananlar vardı. Korkmadan ve yılmadan hızla örgütlenen yurtseverler arasında yer alan Halil İbrahim Zeyrek, 13 Haziran günü direnişçilerle Bağyüzü'ndeki toplantıdaydı. Ali Çetinkaya'nın görevlendirdiği kurmay zeka devredeydi, perde arkasındaki kahramanlar Binbaşı Cemal, Yüzbaşı Dizdar, Üsteğmen Fevzi ilk gelenlerdi.
Kızılçukurlu Ahmet Çavuş 70 kişilik atlı müfreze ile geldi. Kısa süre sonra, Çakıcı Ethem, Bayraktaroğlu Hakkı, Hacı Mehmet oğlu Nazım ile Çetmi köyleri ve Yörük Yağcıbedir Aşireti köylerinin milisleri geldiler. Ali Çetinkaya ile irtibatta olan Balıkesir'deki 14. Kolordu Komutanı Yusuf İzzet Paşa da destek gönderdi.

Ama önemli bir eksiklik vardı: Efeler… Dağlarda dört efe grubu bulunuyordu. “Kuvvet birlikten doğar” şiarıyla hareket eden Zeyrek, Kozak Ormanları'ndaki efelerin yolunu tuttu. Koca Bağcı Efe'de sorun yoktu. İbiş oğlu İsmail Efe, Molla Halil Efe, Çakıcı Rahmi Efe ise birbirine dargındı. Hepsini Yukarıbey Nahiye Konağı'na davet etti. Yanlarında 20 kadar kızanlarıyla geldiler. Binbaşı Cemal'den izin isteyerek toplantıda söz alan Zeyrek, “Birbirinize olan düşmanlıkları yerin en derin çukuruna gömerek, kardeşçe, arkadaşça savaşacak gündeyiz. Düşman, topraklarımızı parçalamak ve hepimizi yok etmek için gelmektedir. Onu vatandan kovmak, bu uğurda gerekirse ölmek vazifesi çoktan gelmiş bulunuyor. Gel Rahmi, sen en küçüksün, meydana çık. İsmail, Molla Halil Efeler, siz de gelin” dedi. Ellerinden tutarak birbirlerinin alınlarından öptürdü, kardeşçe vatan için çalışacaklarına yemin ettirdi. Efeler birer Türk Bayrağı aldı, birliğe katıldı. Böylece, 60'ı nizamiye eri, diğerleri efeler ve milislerden oluşan, yaklaşık 600 kişilik bir kuvvet ortaya çıktı.

Harekattan önce, Zafirios'a telgraf çektiler. Verdikleri ültimatomda şöyle yazdılar: Biz Türkler işgali kabul etmiyoruz. Bergama'yı boşaltınız. Aksi takdirde hiçbirinizin sağ kurtulamayacağını hatırlatırız.

Zafirios küçümsedi ve umursamadı.

15 Haziran 1919 sabahı güneş, Kuvayı Milliyeciler için umut ışıklarıyla doğdu. Önce civardaki telgraf tellerini tahrip ederek Bergama'nın dünya ile iletişimini kestiler. Doğu, batı, güney yönünden bir hilal şeklinde düzen oluşturarak şehre baskın yaptılar. Her yerden mermi yağıyor, süngü süngüye çarpışmalar yaşanıyordu. Kuvayı Milliye, akşam saat 22:30'da Bergama'ya hakim oldu.
Donanımlı Yunan taburu dağıldı, 400'den fazla kayıp verdi. Yaralı olanların dışındakiler İzmir'e doğru kaçtı. Er meydanından kaçanlar Menemen'e geldiklerinde, silahsız 1000 sivil Türk'ü çocuk, kadın, ihtiyar demeden katlettiler.

Milli Mücadele'de Bergama Baskını ilkti. Silahlı örgütlü mücadele ile kurtulan ilk şehir oldu. Ertesi gün, 16 Haziran 1919'da Yörük Ali Efe, Aydın'da Malgaç Baskını'nı yapacak, bu tür savunma dalgaları tüm yurdu saracaktı. Anadolu'da yanan bu çoban ateşleri Mustafa Kemal örgütlemesiyle devasa bir aleve dönüşecekti.

19 Haziran'da Harbiye Nazırı (Savaş Bakanı) Şevket Turgut Paşa, Anadolu'ya geçtiği telgrafta, Bergama Baskını ile Malgaç Baskını'ndan duyduğu rahatsızlığı dile getirdi, bu tür milli direnişlere girişilmemesini ve önlenmesini istedi. Aynı gün işgalciler Bergama'ya doğru tekrar harekete geçti. Dört bin askerle üç koldan girdikleri ve deniz üssü yaptıkları Dikili'de, “Zito (Yaşa) Venizelos” diye bağırmayı reddeden Kunduracı Kadir usta, Tüccar Faik ile Tekişoğlu Halil İbrahim'i oracıkta katlettiler. Ardından Telgraf Müdürü Asım ve Memur Ali'yi şehit ettiler.

Çağlan Köyü'nden Koca Yusuf, Katıralan Köyü'nden Molla İbrahim, Samanlık Köyü'nden Sadullah'ı kızgın demirle işkence yaparak öldürdüler. Zafirios, İzmir'den iki yaya, bir atlı alay ile topçu bataryasını Bergama'ya sevk etti. Dikili'den de toplam 3000 kişilik 6. Adalar Alayı ve 8. Girit Alayı ile 1000 kişiden oluşan Rum çeteyi eş zamanlı olarak Bergama'ya yönlendirdi. Şehre girişleri kolay olmadı, 500 civarında Türk milis gücü, yol boyunca çatışarak Yunan kuvvetlerini yavaşlattı. Bu sürede sivil halk şehirden tahliye edilerek canlarını kurtarabildi. 19 Haziran akşamı Bergama düştü.

Bundan sonraki süreçte Halil İbrahim Zeyrek köy köy dolaşarak Milli Mücadele'ye katılımı artırmaya çalışırken, diğer yandan da direkt olarak Başkomutan Mustafa Kemal Paşa'ya istihbarat sağladı. Batı Cephesi direnişinin Ankara'da Milli Ordu'nun kurulması için gerekli zamanı kazandıracağının farkındalığı içindeydi. Asla pes etmeyecekti.

Vazgeçmeyenlerden biri de Halil İbrahim'le irtibatta olan Arap Seyit'ti. Aslında Arap değil, Afro-Türk'tü. Tutsaklığı köle dedelerinden tanıyor, özgürlüğü tattığı ve şefkat gördüğü memleketi Dikili'de emperyalizme karşı direniyordu. İri yarıydı, mangal yürekliydi. Yunanlılar'ın gözünde ise hayalet gibiydi. Zira, geceleri ortaya çıkıyor, devriye gezen işgal askerlerini haklıyor, sonra sırra kadem basıyor, Yunanlılar'ı delirtiyordu. Günler sonra, kasabanın Türk eşrafından bir hain Seyit'in yerini işgal askerlerine ispiyonladı. Gündüzleri gizlendiği ahırın samanlığında yakalanan Seyit'in boynuna zincir bağlandı, elleri ve ayaklarına nal çakıldı, sokaklarda gaddarca dolaştırıldı. Akıl almaz işkence sonucu şehit düşecek, adı “Nallı Seyit” olarak efsaneleşecekti.

Istıraplarla geçen üç yıl, üç ay, yirmi iki gün sonra İzmir işgalden kurtarıldı. 13 Eylül 1922'de, Dikili Limanı önünde mahşeri bir kalabalık toplanmıştı. Meydanda yaklaşık 8 bin Yunan askeri birikmişti. Dumlupınar'daki meydan muharebesinde yenilgilerinin ardından, kaçarken geçtikleri köy, kasaba ve şehirleri yakarak, sivilleri vahşetle katlederek, kadınlara tecavüz ederek buraya gelmişlerdi. İnsanlık tarihinde eşine pek rastlanmayan korkunç bir mezalimdi bu. O gün, perişan haldeki Yunan askerleri, kendilerini Midilli Adası'na kaçıracak gemileri bekliyorlardı. Gemi subaylarıyla sık sık tartışma yaşıyorlardı. Çünkü, geri çekilirken çaldıkları kuzu, keçi, inek ve atların gemiye alınmasına izin verilmiyordu. Yunan birliklerinin kasap askerleri, Türklere yar olmasın diye, bütün hayvanları tek tek keserek telef etti.

14 Eylül 1922 günü Fahrettin Altay komutasındaki süvari birliği Dikili'ye ulaştığında ortalıkta hiçbiri kalmamış, geride ateşe verdikleri bir kasaba bırakmışlardı. Halil İbrahim, duman duman tüten kasabaya bakarken tarifsiz duygular içindeydi…

Vatan kurtulduktan sonra yaralar sarılırken, en büyük hayali olan öğretmenlik vazifesine döndü. Yıkık haldeki Dikili yeniden imar edilirken, o da aydın bir toplum inşa edilmesi için kolları sıvadı. Kasabanın tek okulu olan İsmail Bey İlkokulu'nda eğitim vermeye başladı.

Birinci sınıf öğrencileriyle.

29 Ekim 1923'te ilan edilen Cumhuriyet'i coşkuyla sahiplendi.

2133 numaralı İstiklal Madalyası ile taltif edildi. Yakınlarının onu ağlarken gördüğü tek an, işte bu andı.

Derken, Afyonkarahisar Milletvekili olan Ali Çetinkaya Dikili'ye geldi, değerli yoldaşı Halil İbrahim'le buluştu, “Cumhur-u Reis Gazi Mustafa Kemal Paşa ile konuştuk, seni Büyük Millet Meclisi'nde mebus olarak görmek istiyoruz” dedi. Zeyrek, onur duyduğu milletvekilliği teklifini nezaketle ve tereddütsüz reddederek, şu yanıtı verdi: “Öğretmenlik yapamazsam bedbaht olurum.”

Kurtuluş Savaşı zaferle bitmişti ama asıl savaş cehalete karşı başlıyordu. Mustafa Kemal Atatürk'ün dediği gibi, bir millet savaş meydanlarında ne kadar parlak zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin kalıcı sonuçlar vermesi ancak irfan ordusuna bağlıydı. Halil İbrahim Öğretmen, fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller yetiştirmek için sabırsızlanıyordu.

Daima temiz ve ütülü takım elbise giyer, kravat takar, İstiklal Madalyası'nı göğsünden hiç çıkarmaz ve şerefle taşırdı. Ama hiçbir zaman savaş kahramanlıklarıyla böbürlenmedi, kibirlenmedi. İşgal yıllarında tanık olduğu onca mezalime rağmen hiçbir zaman kindar olmadı. Hümanizma ruhunu asla kaybetmedi. Yüreğinde sönmeyen devrim ateşiyle her zaman ileriye bakan bir aydınlanma savaşçısıydı.

Savaşın getirdiği yıkım, sefaleti de beraberinde sürüklemişti. Yoksulluğa karşı mücadeleye destek veren Zeyrek, Bağyüzü Köyü'ndeki çoğu zeytin tarlası olan 950 dönüm arazisini köylülere bağışladı. Dikili'deki arsasını satarak, darda olan esnafın borcunu ödedi. Hiçbir karşılık beklemeden.

Genç Cumhuriyet'in ekonomik toparlanma ve kalkınması için hayati önem taşıyan İzmir İktisat Kongresi'nin 1135 delegesinden biriydi. Tam bağımsızlık için ekonomik bağımsızlığın, refah için üretimin ne kadar kıymetli olduğunu biliyordu.

Sıtmadan kırılanları, veremden inleyenleri gördü. Istırap içinde eriyen insanları hayata yetiştirebilmek için doktor ve hemşirelerle beraber çırpınıyor, topluma hastalıklardan korunma yollarını anlatma görevini üstleniyordu.

1926 yılında Dikili'nin başöğretmeni oldu. Bu onurlu görevi 24 yıl ifa edecekti. Kasabadaki iki derslikli ilkokulu Rumlar'dan kalma iki katlı binaya taşıyarak beş dersliğe ulaştırdı. 1928'de Dikili ilçe yapıldı, Halil İbrahim Zeyrek, ilk ilçe milli eğitim müdürü olarak görevlendirildi. Aynı yıl İzmir'in efsane valisi Kazım Dirik'le temasa geçti. Dikili'nin köyleri Bademli, Çandarlı, İslamlar, Çağlan, Kıratlı, Hasanoğlu, Demirtaş, Katıralan'da birer derslikli okul açılmasını sağladı. Yurt savunmasında yürek yüreğe çarpıştıkları milli kahramanları Halil İbrahim'in bir dediğini iki etmeyen vefakar ve cefakar köylüler, okullaşma sürecinde imecenin en güzel örneklerini sergiledi.

Dikili eşrafıyla bir hatıra fotoğrafı.

Babacandı. Toplum sözünü derin bir saygıyla dinliyordu. Bilgeydi. Öğrencilerinden Resul Yay onu “ayaklı kütüphane” diye niteliyordu.

Okul tahsilinin tek başına yeterli olmadığını düşünüyor, ahlaki eğitimi çok önemsiyordu. Kasabada “Ahlak sohbetleri” düzenliyor, modern ve çağdaş yaşamın inceliklerini anlatıyordu. Onun için herkes öğrencisiydi.

1928'de Harf Devrimi yapıldı. Başöğretmen Halil İbrahim Zeyrek derhal seferber oldu. Artık her kahvehane birer okuldu. Yeni alfabeyi öğrenmeyen, okur-yazar olmayan hiç kimse kalmayana dek, kara tahtayı oradan oraya taşıdı. Hiç boş durmuyordu, yaşam enerjisi her daim doruktaydı.

O yıllarda Dikili rant hırsına kurban edilerek betonlaşmamıştı. Bahçeleri çiçekler ve ağaçlarla bezeli, bir-iki katlı beyaz badanalı taş evlerin yer aldığı, üç bin nüfuslu, şirin bir sahil kasabasıydı.

Artık filmlerde izleyebildiğimiz tatlı bir rüya gibiydi. Halil İbrahim'in kalbi doğa sevgisiyle de doluydu. Kasabanın tepesindeki Ali Potra yamacında ağaçlandırma faaliyetinin can suyu olmuştu.

Halil İbrahim öğretmen sınıfta ders anlatırken.

Sosyal ve kültürel yaşamı geliştirmek için gayret gösterdi. Gençleri çok seviyordu. Her yeni jenerasyonun bir öncekinden daha ileri seviyede olmasına çok önem veriyordu. Dikili Gençler Birliği Kulübü'nün kurulmasına öncülük etti. Kulüp halktan büyük destek gördü. Merkezdeki binaya bir lokal yaptılar, kitaplık oluşturdular, iki salon eklediler. Gençlik enerjisinin kalbi olan burası; spor, edebiyat, tarih, kültür, sanat faaliyetleri organizasyonlarının merkezi haline geldi. Akşamları münazara ve münakaşa toplantıları yapıyorlar, yaşama dair ne varsa tartışıyorlar, toplumsal meseleler hakkında beyin fırtınası estiriyorlardı.

Müzik grubu vardı. Bisiklet takımı, yüzme takımı, tenis takımı vardı. Kurdukları futbol takımı hep yeniliyordu ama tiyatro ekibi şahane bir başarı temposu yakalamıştı. Türk temaşa sanatından, müzikal komediye ve Shakespeare'in Hamlet'ine kadar birçok oyuna çalışıyorlar, sahneye ayda iki piyes koyuyorlardı. Performansları öylesine nam saldı ki, çevre şehirlerden davetler aldılar, turnelere çıktılar.

Kasaba halkının sanata ilgisi İstanbul'un ünlü tiyatrolarının da dikkatini çekti. Muhlis Sabahattin, Raşit Rıza, Sadi Tek, Talay Gürzap ve hatta Dar-ül Bedayi tiyatroları defalarca Dikili'ye gelenler arasındaydı. Yurttaşlar kitleler halinde tiyatro gösterilerine akın ederken, Zeyrek, haremlik-selamlık ilkelliğini de ortadan kaldırdı. Kadın hakları savunucusuydu.

Cumhuriyet'in onuncu yılında kasaba tarihinin ilk balosunu organize etti.

Gençler Birliği Kulübü'nde bir etkinlik esnasında.

Gençler Birliği'nin merkez binasına radyo getirtti. Müzik, ajans haberleri, radyo oyunları dinlemek isteyenler soluğu burada alıyordu. O kadar kurcalanmasına rağmen radyo cihazının nasıl böylesine dayanıklı olduğuna hayret ediyor, teknolojiye hayranlık duyuyor, öğrencilerine endüstriyel üretimin önemini anlatıyordu.

Kültür Sevenler Derneği'nin de kurucusuydu. Antik ören yeri Aternaus hakkında çalışmalar gerçekleştirdi. M.Ö. 2500 – M.S. 100 yılları arasında var olan görkemli uygarlığın izlerini sürdü. Köleyken kral olan Hermias'ı, onun damadı olarak buraya yerleşen ünlü filozof Aristo Teles'i anlattı. Aternaus Kalesi'nin kalıntıları yanında, hem kültür, hem tanıtım adına düzenlenen Türkiye'nin ilk festivali Aristo Şenlikleri'nin fikir babasıydı. Türkiye'nin daha turizmin ne olduğunu bilmediği yıllardı.

Barışçıydı, yurtta ve dünyada…

13 Nisan 1934'te hayatının sevinç ve kıvanç yüklü günlerinden birini yaşadı. Eşsiz kahraman Atatürk Dikili'ye geldi. Ebedi önderi, Gençler Birliği'nde konuk ettiler. Adeta bayram günüydü.

1938'de Dikili Halkevi'ni kurdu. Cumhuriyet'in kazandırdığı değerleri halk kitlelerine ulaştırmak için kurulan dernek, Zeyrek'in kaymakam, belediye reisi, kamu kurumlarının idarecileri ve kentin ileri gelenleriyle düzenli toplantılarının da yeni buluşma adresiydi. Aralarında kutuplaştırma, ayrımcılık ve sığ çekişmelerin esamisi yoktu, dayanışma ruhu vardı. Ortak ülküleri toplumsal gelişim ve kalkınmaydı.

29 Ekim 1933. Cumhuriyet’in 10. yılında kasabanın ileri gelenleriyle.

22 Eylül 1939 gecesi saat 02:35'te 7.1 büyüklüğündeki deprem Dikili'yi uykuda yakaladı. Merkez üssü tam da orasıydı. Kasaba yerle bir oldu. 65 kişi yaşamını yitirdi, yüzlerce yurttaş yaralandı.

Yaklaşık 600 yapı tamamen yıkıldı, geriye kalan binaların hemen hepsi büyük hasar gördü. Harap olanlar arasında ilkokul binası da vardı. Zeyrek, öğretmen kadrosunu topladı. Ne olursa olsun eğitim aksamamalıydı. “Okul sadece dört yanı duvarla çevrili, tepesinde dam olan yer değildir. Okul her yerdir. Sırasında bir orman, sırasında dağ başı… Öğrenimin, bilginin olduğu her yer okuldur” diyen, Hababam Sınıfı'nın Mahmut Hoca'sı gibiydi. Merkez parkta her sınıf için baraka yaptırdı. Eğitim, merkez parka kurulan beş Kızılay çadırında devam etti. Ardından tahtadan yapılan, tavanı çinko kaplı beş barakada devam etti.

1939 depremi sonrası. Ortada Kızılay çadırları.

Bu arada yeni okul yapımı için harekete geçti. 1948 yılında Ali Haydar Altınel tarafından yapımı tamamlanan ilkokulun adı, kahramanlara vefa duygusunu yitirmeyen Zeyrek'in önerisiyle Ali Çetinkaya oldu. Okulu inşa ettikleri alan manevi bir değer taşıyordu. Ali Çetinkaya 172. Alay Komutanı'yken, işgalden bir hafta önce Zeyrek'le beraber bu alana gelmiş, kasaba ahalisine direniş çağrısında bulunan heyecanlı konuşmalar yapmıştı.

Depremden sonra yapılan baraka okullar.

Zeyrek, ileri görüşlü Kaymakam Vefki Ertür ve hayırsever yurttaşların desteğiyle yeni okullar kazandırdı. Kolay olmadı. Devlet 70 bin lira gönderebilmişti. Elbette yetersizdi. Örgütçülüğünü konuşturarak, Dikili Okul Yaptırma Derneği kurulmasına ön ayak oldu. İş insanları Ahmet Ulu, Adil Özen, Enver Beşorak, Yusuf Mergen, Ethem Paker, Hüseyin Güvenli maddi kaynağı sağlayanlardı. Edip Birözü uyanık müteahhit değildi, namuslu ve yurtsever müteahhitti, okul inşaatlarında kar amacı gütmeden çalıştı. Arabacı Kamber Ak, nakliye ekibiyle birlikte bütün malzemeleri gönüllü olarak taşıdı. “Biz okuyamadık, yeter ki çocuklar okusun” diyordu. Halil İbrahim Öğretmenin toplumda sağladığı motivasyon ve koordinasyon mükemmeldi.

1956'da açılan Atatürk İlkokulu ve 1973'te açılan Dikili Lisesi'nin yapımında da lokomotif yine Zeyrek'ti. “Nihayet liseye de kavuştuk ya, artık gözlerim açık gitmem” demişti.

Cenaze günü saygı duruşu.

Lisenin açılışından bir yıl sonra, 84 yaşında hayata veda ettiğinde bütün şehir halkı gözyaşlarına boğuldu. Türk bayrağına sarılı tabutunu öğrencileri sırtladı. Üç okulun bahçesinde ayrı ayrı tören düzenlendi. Öylesine kalabalıktı ve gördüğü saygı öylesine büyüktü ki, cenazesi, şehir merkezine üç kilometre mesafede olan kabristana araçlarda değil, omuzlarda taşındı.

Huzur içinde sonsuzluğa giderken, Dikili, küllerinden yeniden doğan bir Cumhuriyet şehriydi artık. Kurtuluş Savaşı kahramanı ve aydınlanma devriminin öncülerinden Halil İbrahim Zeyrek vatan toprağına emanet edildikten sonra, Dikili Kabristanı'nın girişindeki mezar taşına -vasiyeti üzerine- son nasihati yazıldı: Talebelerini ve evlatlarını kendinden üstün yetiştirmeyen ana, baba ve öğretmenler, ‘vazifemizi yaptık' demesinler.

Dikili’deki kabri.

Tüm mal varlığını çiftçi ve esnafa bağışlayan Halil İbrahim Zeyrek, altı çocuğunun hiçbirine maddi miras bırakmadı. En büyük mirası, şerefli bir soyadı ve her birine verdiği nitelikli eğitimdi. Çocukları: Mehmet İhsan Zeyrek öğretmen oldu, Dikili İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü yaptı. Fikret Zeyrek Sucuoğlu öğretmen oldu.

Çocukları (soldan sağa): Fikret Zeyrek Sucuoğlu, Mehmet İhsan Zeyrek, Güler Zeyrek Günvar, Hasan Zeyrek, Ülker Zeyrek Abacıoğlu, Ali Güven Zeyrek. (1974)

Ülker Zeyrek Abacıoğlu öğretmen oldu, ilçenin ilk kadın okul müdürü olarak görev yaptı. Güler Zeyrek Günvar öğretmen oldu, Bayraklı'daki Piyale İlkokulu'nun kuruculuğunu yaptı. Ali Güven Zeyrek İzmir Türk Koleji'nin resim öğretmeniydi, aynı zamanda dünyaca ünlü bir ressam oldu. Hasan Zeyrek, Ziraat Bankası Müfettişliği ve Tarım Kredi Kooperatifi Ege Bölge Müdürlüğü yaptı.

YARARLANILAN KAYNAKLAR

– Genelkurmay Harp Tarihi Başkanlığı, Türk İstiklal Savaşı, Batı Cephesi, cilt II
– Hasan İzzettin Dinamo, Kutsal İsyan, cilt III
– Rahmi Apak, İstiklal Savaşı'nda Garp Cephesi Nasıl Kuruldu
– Nurdoğan Taçalan, Ege'de Kurtuluş Savaşı Başlarken
– Sabahattin Selek, Anadolu İhtilali
– Ali Çetinkaya'nın Milli Mücadele Dönemi Hatıraları
– Ali Fuat Cebesoy'un Milli Mücadele Hatıraları
– Fahrettin Altay, 10 Yıl Savaş ve Sonrası
– Richard Reinhardt, İzmir'in Külleri
– Eyüp Eriş, Bergama Uygarlık Tarihi
– Eyüp Eriş, Dikili Tarihi
– Bergama Kaymakamlığı Arşivi
– Dikili Kaymakamlığı Arşivi
– İzmir Büyükşehir Belediyesi APİKAM Basın Arşivi
– Halil İbrahim Zeyrek'in Hatıraları
– Mehmet İhsan Zeyrek'in Hatıraları
– Emre Zeyrek, Ali Güven Zeyrek, Ülker Abacıoğlu, Resul Yay, DEÜ Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü Öğretim Üyesi Türkan Başyiğit söyleşileri
– Murat Solmaz, Oben Ulu röportajları