Oscar Ödül Töreni’ni resmen  ekrana yapışarak izledim. Bu ‘tanıdıklık’ hissi çok normal. Çünkü bir anlamda o koltuklara oturanlar, o sahneye çıkanlarla büyüdük sayılır. Shirley Temple anılırken, Sidney Poitier nemli gözleriyle anonsunu yaparken benim de  

Oscar Ödül Töreni’ni resmen  ekrana yapışarak izledim. Bu ‘tanıdıklık’ hissi çok normal. Çünkü bir anlamda o koltuklara oturanlar, o sahneye çıkanlarla büyüdük sayılır. Shirley Temple anılırken, Sidney Poitier nemli gözleriyle anonsunu yaparken benim de   gözlerim doldu.
Sinema, büyülü dünyasının içine bizleri daha çocukken çekiveriyor, yönetmenin yarattığı bir dünyada, oynattığı karakterlerle bambaşka hayatların içine yolculuk ediyoruz. Törende genci yaşlısı bu büyük isimleri görmek hem nostaljik hem çok hoştu bu yüzden.
Hayranlık ve gıpta hissiyle doldum:
n Bir televizyon şovu olarak, bütün yayıncılara parmak ısırtacak nitelikte başarılı bir yayındı.
Her temaya uygun değişen sahne dekorlarından tutun da, kamera hareketlerinin profesyonelliğine kadar. Her şey aylarca, defalarca prova edilmişti.
Gıpta ettim ama biraz da içim burkuldu. Özel televizyonculuğun ilk yıllarında, televizyonlarda bu gibi geceler düzenlemek, onları mümkün olduğunca ABD televizyonları standardına getirmek için hevesli bir çaba vardı. Kostümünden, içeriğine, öyle özenilirdi ki.
Artık daha maliyetsiz ve risksiz ama sıradan işler çıkıyor bizde. Bunun tek nedeni reklam pasta paylarının, yani paranın azalması da değil. İşin ‘ruhu’ ve iddiası kaybolalı çok uzun zaman oldu. Umarım  geri gelir...
n Katılanlar, en nefes kesici hallerindeydiler. Bazı yıldızların Oscar öncesi rejim ve bakıma girdikleri sır değil. O geceye saygı duyuyorlar da ondan. Ben de bu özene çok saygı duyuyorum.
n Bir sinemasever olarak gıpta ettiklerimin başında, Hollywood starlarının egosal sorunlarından büyük ölçüde sıyrılmış olmaları geliyor.
Sadece Oscar Töreni’ndeki tavırlardan bahsetmiyorum. İnsan içine çıkmaktan korkmuyorlar, çocuğunu parka götürürken davete gidiyor gibi giyinmiyorlar.
Oscar ödüllü dünya güzeli kadın, sevgilisi ve oğluyla marketten sütünü kendi alıyor mesela. Sevgili derken, o da Oscarlı mesela (Charlize Theron-Sean Penn).
“Ne oldum” demiyorlar yani.
Oscar’da da bunu gözledim... Rezil olur muyum korkusu olmadan, aman elalem ne der demeden komiklikler yaptılar; kendilerini ti’ye aldılar.
En önemlisi rakiplerine içten övgüler yağdırdılar. Ne güzel!
n Bu özel geceyi Moviemax Oscars kanalında canlı yayınlayan Digiturk’e teşekkürler. Ama hem defalarca Oscar, hem de seçim gecesi yayını yapmış bir televizyoncu olarak şunu da söylemeliyim: Bu tip yayınları bol konukla bölmek yanlış.
Elbette iyi seçilmiş ve söyleyecek sözü olanlar var stüdyoda. Ama nasıl seçim programlarında seçim sonuçları öncelikli ise ve uzun uzun analizler insana baygınlık veriyorsa, Oscar’ın izleyicisi de daha çok ‘orada ne oluyor’u merak ediyor.
Uzun sohbetleri sonra, mesela sonuçların değerlendirildiği ertesi gece bir özel yayında yapsak da olur...
 
ÖDÜLSÜZ KAHRAMANLAR
Bu yazı yayınlanıncaya kadar Oscar ve kazananlarla ilgili çok şey yazılır nasılsa. Ben o gecenin ödülsüz iki kahramanını burada anmak istiyorum: Sandra Bullock.
Filmi ‘Gravity’ birçok ödülü kucakladı; kendisi en iyi aktris dalında Oscar’a adaydı ama kazanamadı.
Beklemiyordu da zaten. Büyük bir açıklıkla “Ben alamam, benden daha iyileri var” demişti.
Oysa özellikle son yıllarda sadece çok iyi bir romantik komedi değil, drama oyuncusu olduğunu da kanıtlayan Bullock; neredeyse tamamı uzay boşluğunda geçen filmi baştan sona oyunculuğuyla seyrettiriyor.
Bu kadar adanmış, bu kadar formda ve alçakgönüllü olduğu için bravo.
İkincisi ise Judi Dench...
Büyük hayranıyım. O da Oscar’a adaydı, kazanamadı. Ödül töreninde de yoktu. Meğer, aday olan filmi o kadar büyük başarı kazanmış ki, ikincisi çekiliyormuş. Dench tören sırasında, Hindistan’da çekimdeymiş. Sanatçı tam 79 yaşında. Beyazperdeyi ışığı ve güzelliğiyle nasıl dolduruyor hâlâ.
Bütün gençlere ilham kaynağı. Bir bravo da ona.