Globalleşme sürecinin saydam bir yaşam topoğrafyasına dönük gelişimleri, Anglikanizm’den Budizm’e kadar bin bir değişik inancın çağdaş kadrolarını, aklın ortak bahçesinde hızla bütünleştiriyor... Bizim 1839’daki Tanzimat Fermanı da, değişik inançl

Globalleşme sürecinin saydam bir yaşam topoğrafyasına dönük gelişimleri, Anglikanizm’den Budizm’e kadar bin bir değişik inancın çağdaş kadrolarını, aklın ortak bahçesinde hızla bütünleştiriyor...
Bizim 1839’daki Tanzimat Fermanı da, değişik inançların ortak bir çağdaşlık platformunda buluşması amacına yönelikti...
***
Sultan Abdülmecit’in tahta yeni çıktığı günlerde, faytonlara yanyana bindirilmiş Hoca, Papaz ve Haham, İstanbul sokaklarında dolaştırılıyor ve mahalle aralarında tellal bağırtılıyordu:
- Duyduk duymadık demeyin, bundan böyle gâvura, “gâvur” demek yok.
Tanzimat döneminin özellikle Fransa hayranı nüktedan aydınları, Sultan Mecit’le Büyük Reşit Paşa’nın hümanist girişimlerine karşı dalgacı fıkralar anlatırlardı.
***
Bunlardan biri de şuydu:
Bir Hoca ile bir Papaz, karşılıklı pantomim işaretleriyle birbirlerini sınama yarışına girmişlerdi.
Önce Papaz, sağ elini göğsünün sol yanına sokmuş ve gözlerini yummuştu.
Hoca da gözlerini yummuş ve açık avuçlarıyla kollarını göğsünün üstünde çaprazlamıştı.
***
Papaz, iki eliyle bir kaç kez yukarıdan aşağı doğru havaya bastırır gibi yapmıştı.
Hoca da, iki eliyle bir kaç kez havayı aşağıdan yukarıya kaldırır gibi yapmıştı.
***
Papaz, şehadet parmağını uzatmıştı Hoca’ya doğru.
Hoca da, şehadet parmağıyla orta parmağını çatal yaparak uzatmıştı Papaz’a doğru...
Hoca’yla Papaz’ın karşılıklı pantomim diyalogunu izleyenler, önce Papaz’a sormuşlardı karşılıklı ne demek istediklerini.
***
Papaz:
- Ben, demişti, sağ elimi kalbimin üstüne koyup gözlerimi yumarak, “İmanımızla dünyadan ayrılalım” demek istedim. Hoca da iki elini çaprazlamasına göğsünün üstüne koyarak, “Şükranımızı sunmayı da unutmayalım” demek istedi...
Sonra ben, iki avucumla havayı aşağı doğru bastırır gibi yaparak “Tanrı’nın rahmeti bol olsun” demek istedim. Hoca da, iki avucuyla havayı yukarı doğru kaldırır gibi yaparak, “Tanrı’nın bereketi de bol olsun” demek istedi.
***
Ben, şehadet parmağımı uzatarak “Tanrı birdir” demek istedim. Hoca da iki parmağını uzatarak, “Peygamberi de unutmayalım” demek istedi.
Papaz’dan sonra Hoca’ya da sormuşlardı, işaretlerle karşılıklı ne demek istediklerini.
Hoca:
- Papaz, demişti, gözlerini yumup sağ elini göğsüne sokarak, “Ben elimi cüzdanımda tutarak uyurum” demek istedi. Ben de kollarımı çaprazlamasına göğsümde kavuşturarak, “Ben de karıma sarılarak uyurum” demek istedim.
***
Papaz iki avucuyla havayı yukardan aşağı doğru bastırır gibi yaparak, “şimdi tepeleme bir pilav olsa” demek istedi. Ben de iki avucumla havayı yukarı doğru kaldırır gibi yaparak, “yağı da bol olmalı” demek istedim.
Papaz, tek parmağını uzatarak, “senin bir gözünü çıkarırım ha” demek istedi. Ben de iki parmağımı uzatarak, “ben de senin iki gözünü çıkarırım ha” demek istedim.
***
Bundan neredeyse 200 yıla yakın bir süre önce anlatılmaya başlanan bu tür karşılıklı zıt yorum fıkraları, globalleşme orkestrasyonu içinde de bir süre su ile zeytinyağı gibi ayrışıp durmakta ısrar edecek. Ama sonra uzaysal sentezler içinde her türlü koşullanmayla inatlaşma aşılıp geçilecek...