BİR değişiklik olmadığı takdirde, önümüzdeki hafta Kıbrıs Rum kesimi Cumhurbaşkanı, KKTC Cumhurbaşkanı ile garantör devletlerin oluşturacağı bir kurul toplanacak. Bu toplantıya Akıncı ve Anastasiadis’in yanı sıra Cumhurbaşkanımızın da katılması öngörülüyor. Dışişleri çevrelerinin, Ankara’nın askeri strateji uzmanlarının ve bazı politikacıların ileri sürdükleri husus var; bu toplantıya Cumhurbaşkanı’nın katılması sakıncalı olur diyorlar. Örneğin; Büyükelçi Şükrü Elekdağ bu görüşte.

Toplantıda ağır baskı uygulanacağı bir gerçek. Annan Planı’nı bile kabul etmeyen, dünyadan izole bir Güney Kıbrıslı grubu var. Bunların başındakilerin de dünyasiyasetiyle ve stratejisiyle alakası yok. Tipik kasaba politikacıları. Maalesef Denktaş’tan sonra gelen Kıbrıslı politikacıların uyanık olduğu söylenemez. Akıncı’ya Vedat Yenerer’in sorduğu soruya verdiği cevap hazin. Soru şu: “Anlaşma modelinize göre Kuzey Kıbrıs’a 40-50 bin Rum gelip yerleşirse denge değişmeyecek mi?” Elcevap: “Onlar zaten o kadar gelmezler!” Petrol aramaları konusunda ise kazıların durdurulacağını zannettiğini söylüyor. Bu kuşak aslında yaşadıkları Kıbrıs’ı tanımıyor. 1960’ların başından beri Kıbrıs Rumları, Türktarafının hayat damarlarını kesmeye çalıştı ve insanlar artık iç içe yaşamaktan vazgeçti. Kıbrıs’ın şimdiki Türk politikacısı, Denktaş gibi Britanya’da okumuş, Kıbrıs İdaresi’nde çalışmış, hem İngilizleri hem Rumları tanıyan memur-politikacı tipi olmaktan çok uzak. Bu vahametin ne kendileri farkında ne de Ankara’dakiler...

Kıbrıs’ın elden çıkarılması mümkün değil

İĞNELEMEDEN EVVEL ÇUVALDIZI KENDİNE BATIR

Kıbrıs adası 1571’de fethedildi. 1878 Berlin Kongresi’nde güvenlik nedeniyle Britanya işgaline terk edildi. Türk imparatorluğunun dostu, daha doğrusu destekçisi olan İngiltere’nin en büyük başbakanı Benjamin Disraeli, Fransızların yaptığı Süveyş Kanalı’na, bir gecede hisseleri satın alarak sahip olmuş, Hindistan kıtasının güvenliği için bunu da yeterli görmeyerek Akdeniz’in en önemli stratejik mevkiini de kontrol altında tutmak istemişti. Birinci Dünya Savaşı’nın başında ise bu geçici ve ödünç işgal(!) ilhaka dönüştü. İngiltere, Kıbrıs’a çok şey yapmadı; ne ciddi sulama tesisleri kurdu, ne de yerli nüfusun içinde iş imkânlarını geliştirmeyi sağlayacak yatırımlar yaptı. Hatta tuhaf şey, bu adaya bir doğru dürüst liman bile inşa etmedi. Gidenler bilir, 1880’lerin başında İngiltere’den getirilip monte edilen barakaların dışında Lefkoşa’daki idari binalar bile bir emperyal gösterişten çok ihtiyacı karşılayan yapılardır. Evkaf İdaresi’ne ve Müslüman kurumlara dokunmadılar ama bunların yaşamasını, hele ki gelişmesini sağlayacak her türlü işlemden çok uzak durdular. Bu imparatorluğun umumi politikası çerçevesinde birkaç okul ve Türk lisesine öğretmen yollamak gibi girişimlerimize müsaade edildi. Doğrusu Türkiye bu görevi yerine getirmişti. Oradan buraya öğrenci hep geliyordu. 1963 olaylarından sonra daha da arttı. Kıbrıs’ın bugünkü Türk devlet adamları, Britanya’nın ürünü olmaktan çok Ortadoğu Teknik Üniversitesi ve Boğaziçi gibi kurumların ürünüdür. Dünyaya açılmaları da Türkiye’nin verdiği eğitim ölçüsündedir, küçümsenecek bir nitelik değil. Ada halkının Türkiye Türklerini sevmedikleri söyleniyor. İğnelemeden evvel çuvaldızı kendine batır. 1974 Temmuz Çıkarması zamanında, Ecevit-Erbakan hükümetinin kutlanacak tarihi görevini akamete uğratan bir husus var: Yanlış bir nüfus yerleştirdiler. Kıbrıs işsiz ve eğitimsizlerin değil, aksine eğitimli ve işbilir nüfusun yerleştirileceği ada olmalıydı. İstenmeyen nüfus kompozisyonu adalıları soğuttu ve gelen nüfus sanılanın aksine Ankara’nın politikalarına da her zaman destek olmadı. Yapılan bazı anketler de bunu gösteriyor. Son yıllarda yerleşen Bulgaristan göçmeni 10-15 bin Türk ise hem ada halkıyla çok iyi ilişkiler içinde hem de ekonomik ve sosyal hayata katkıda bulunuyor.

İNANMAYAN ARŞİV KAYITLARINA BAKABİLİR

Kıbrıs’ın elden çıkarılması mümkün değil. Avrupa Birliği yani Almanya, Kıbrıs üzerinde bu kadar manevralar çeviriyorsa ve Kıbrıs’ı bunun için birliğe aldıysa, Britanya’nın adayı tasfiye için ilk şartı orada üsler kurmaksa ve Rusya gelecekte nüfusunu berkiteceği Suriye’de elde ettiği üsleri elde tutmakta devam edecekse bu ada nasıl bırakılabilir? Hepsinden mühimi, Kıbrıs Türkleri’nin Toroslu Türkmenler oldukları en çok ve sağlam biçimde vesikalarla, belgelerle onaylıdır. İnanmayan arşiv kayıtlarına ve yayımlanmış eserlere bakabilir. Öyle Fenikelilik ve Venediklilik gibi kimlik arayışlarına ancak gülünür. Kıbrıs halkı imparatorluğun bize bıraktığı, korumak zorunda olduğumuz azınlığımızdır. Bu konuda seçim şansımızın da olmadığı açıktır. ‘Kıbrıslı’ deyimine, tekrarlayanların kendileri dahi inanmıyor. Hayatın her safhasında, bürokrasinin her dalında yaptığımız lüzumsuz masraflar ve ödediğimiz cehalet vergisi ortadayken Kıbrıs adasına verdiğimizin lafını etmek bile mantık ve insaf dışıdır.

ŞEHZADENİN ÖLÜMÜ

Sürgünün şartları içinde sıkıntılı bir hayat yaşayan ama başı eğilmeyen birçok şehzadenin içinde en göze çarpanı, cuma gecesi New York’ta vefat eden Bayezid Efendi’dir (1924-2017).

Amerikan ordusuna girmişti. Kütüphaneciydi. Amerika’da kütüphaneciler toplumun kültürlü, entelektüel sınıfıdır. Birçok lisan bilir, kütüphane sanatından anlardı. Cilt yapardı. Çok iyi ressamdı.

Birkaç yıl evvel İstanbul’a geldiğinde, Naciye Sultan ve Enver Paşa’nın torunu olan arkadaşım Arzu Enver beni kendisine takdim etmişti. Dünyada tanıdığım en mütevazı, en bilgili, sözü sohbeti yerinde adamlardandı. Mütevazı hayatından şikâyet etmeyen nadir mültecilerdendi. Böylelerinden, Rusya mültecileri arasında bile pek az tanıdım. En mükemmel insan örneklerindendi.

Yaş sırası itibariyle hanedan reisi sayılıyordu. Mütevazı bir geliri vardı. O halinde bile insanlara yardım ederdi. Bildiği bir düzine lisanda okuma yapabilirdi ve kör okuyuculara hayır için kitap okurdu.

Milletinin ve ailesinin adı etrafında saygı uyandıran bir kişilikti. Nur içinde yatsın...



Hürriyet