72 yaşındasınız. Nasıl bir hayat yaşadınız? Şükrediyor musunuz?
- Her zaman şükrederim. Bazıları en ufak bir rahatsızlık yaşayınca isyan eder Tanrı’ya. Bende isyan yok. Olacak olur, onun önüne geçemezsin. İyiyim ben, iyiyim. Asla ummayacağım güzel şeyler geldi başıma. Mutlu oldum ben bu hayatta. 

Neden iyilikler sizi buldu?
- Huyum güzel. Büyüklük taslamadım... Açık konuşmak lazımsa bu kadarını ben de beklemiyordum. Bir de çok çalıştım ben, çok. Bir şarkılık ünlüler vardır. Bir şarkıyla gelir, bir şarkıyla gider. Mesela rahmetli Berkant... Şarkısının adı da ‘Bir Şarkısın Sen’... 

İyi yakalamışsınız...
- Albüm, sinema, çok eser verdim ben. Hep amatör ruhla. Kilyos yolunda çöl sahneleri çektiğimiz bir kumsal vardı. Albümler, filmler rekorlar kırıyor... İnanır mısın, aküleri taşırdım. E bir de o zamanlar yakışıklı gençtim tabii. Demek millet açmış, yeni sese, yeni bir jöne o zamanlar. 

Ben de onu soracaktım. Sadece huy değil. Nasıl bir şey hayata ‘güzel’ doğmak?
- Bir adamda bir şey varsa, mutlaka bir şey vardır. Yani adam peeeeh, bir acayip! Ama bakıyorsun, hiçbir şey yok. Demek bir şey var onda. Göremediğine göre mutlaka bir şey var. Demem o ki farkına varılıyorsun güzel doğunca...



Sinemaya girebilmek için şarkıcı oldum

Nasıl döşendi şöhret yolunun taşları?

- Sinemayı çok istiyordum. Sinemaydı benim asıl hayat amacım. Ama tanıdık yok, bildik yok, torpil lazım. Nereden bulacağım, fakir çocuğusun... Zeki Müren’in filmini gördüm: ‘Beklenen Şarkı’. Baktım hem şarkı söylüyor hem sinemada oynuyor. Haa demek ben de yapabilirim bu işi... Sesimin de güzel olduğunu söylediler. Öyle girdim sinemaya. Şarkılarımla, bestelerimle. 

Demek müzikten sonra sinema değil, sinema için müzik... Sinemanın dört yapraklı yoncası var. Arabeskte de var mı sizce o dörtleme?
- Doğru bu... Bak dört: Orhan (Gencebay) Abi, Müslüm Gürses, İbrahim Tatlıses ve Ferdi Tayfur... Bu kadar! Çünkü çıkmıyor, arkadan yenisi gelmiyor.

Hiç rekabet hissettiğiniz oldu mu?
- Ona zamanım yoktu. Yani rakip seçmeye, rekabet etmeye. Bir de dikkat ettiysen bu dört kişi de ayrı ayrı şeylerdi. Sesler farklı, tavırlar farklı... Birbirimize benzemezdik.



Aşkı yaşamak güzel ama...

Sinemanın en güzel kadınlarından biriyle, Necla Nazır’la yıllarca aşk yaşadınız. Ne bırakıyor insanda aşk?
- Antalya’da ‘Batan Güneş’i çekiyorduk. Necla Nazır falan bütün ekip, akşam lokantadayız. Omzuma bir el dokundu, döndüm. Bıyıklı bir adam... “Sakın âşık olma” dedi. 

Niye?
- Anlamadım, “Tabii tabii” falan dedim, geçiştirdim. Oradan kalktık, Dalya Oteli vardı. Oraya gittik. Gece kulübündeyiz, Necla Hanım falan dans ediyorlar. Bir adam geldi, elinde viski bardağı... Yanıma çöktü, “Sakın âşık olma” dedi. Aynı gece, iki farklı mekân, hiç tanımadığım insanlar. Şaşılacak bir şey değil mi? Hiç unutmam ben bunu. 

Yani?
- Aşkı yaşamak güzel ama sonuçlarına da katlanmak gerek. Karakterini elinden alır. İnsanın kendini mutsuz edecek şeyi, mutsuz edecek kişiyi sevmesidir aşk. Bir insanı neden seversin? 

Neden?
- Tanımadığın için. Leyla ile Mecnun hiç bir araya gelmediler ki... Tanıdıktan sonra başlıyorsun uzaklaşmaya. Bütün mesele bu: Âşık kalmak istiyorsan, tanımayacaksın. 



Dostum yok

Çok dostunuz var mı?
- Dostum yok. Arkadaş kolay da dost zor. Ama ben dostsam onlar dosttur. Her şeyi kendinde bulacaksın. 

Ölümden korkar mısınız?
- Korksan da değişmiyor, korkmasan da. Dünya kimlere kalmamış, bana mı kalacak? İki kapılı bir han... Biri girer, biri çıkar. 

Çok sır götürecek misiniz kendinizle?
- Götürmeyip ne yapacaksın? İnsanların sırlarını açıklasan ne olur? Bir anlıktır o. Sonra dünyanın en kötü insanı olursun.

Zengin misiniz?
- Değilim.

O kadar film, şarkı, satış, gişe rekoru... Olmanız gerekmez miydi?
- Önemli değil. Gerekli de değil, iyi de değil. Başkasına muhtaç değilsen, zenginsin. Muhtaç olursan eğer, bütün foyan çıkar ortaya. Anladın mı şimdi zenginliği? 

Pişmanlıklarınız var mı?
- Büyük pişmanlıklarım yok. Yaptığım iyiliklerden pişman oldum zaman zaman. “İyilik yap, kötülük bul” derler ya, çok önemli bu. İnsanın tabiatında var... Bunu akılda tuttuğun zaman iyi yoldasın. Aklında tutmazsan mahvolursun.

İnsan tabiatı böyle diye iyilikten mi vazgeçeceğiz?
- Hayır. Ama tedbirli olacaksın. Çünkü karşındaki, insan. Anında düşünen. Anında karar veren. Anında dönen...

Konsere çıkmadan boğazı yağlamak gerek

Şeker problemi falan atlattınız, şimdi nasıl sağlığınız?
- İyiyim çok şükür. Gördüğün gibi.

Maşallah. Hiç sigara kullandınız mı?
- İçtim. Şarkıcılığa başlayınca kestim. Kesmedim de kıstım. En son altı tane içiyordum. Ama yıllardır kullanmıyorum.

İçki?
- İçki de içerdim zamanında. Çok içmezdim. Konsere çıkmadan atardım. Boğazı yağlamak gerekiyor. Şarap içerdim. Beyaz şarap.

Şarap mı? Ben size rakı yakıştırırdım halbuki... Yenilerden kimi beğeniyorsunuz?
- Saysan saysan bizim Adanalı oğlanı sayarsın. 

Kıvanç Tatlıtuğ mu? Beğeniyor musunuz?
- İyi iyi. Ama dikkat etmesi lazım. Senaryo seçimi yapması lazım. Bir tip vardır sana gider, bir oyun vardır, yakışmaz. Genç adam çünkü. Zaman geçiyor. 

Tanışıyor musunuz?
- Daha tanışmadık.

Her insanın ‘gezip-görme’ hakkı vardır

“Dünya, üzerinde yaşayan bütün canlıların anavatanıdır”diye yazmışsınız. İnsanların ‘gezip görme’ hakkından bahsediyorsunuz... Yepyeni bir kavram. Biraz açar mısınız; çünkü şimdi bir de Trump meselesi var. 
- Özgürlüğe dair bir şey o söylediğim. İnsanlığın ve bütün canlıların anavatanı dünya. Sınırlar, pasaportlar, vizeler... Nedir bunlar ya! Her insanın her yerine gitme hakkı vardır. Her şeyi çöpe atabilirsiniz ama dünyayı atamazsınız. Aptal işi olur bu. Kardeşim şunu bil: Evrende iki şey kalıcıdır: Biri dünyanın kendisi, diğeri de aptallık. Okulda 
7 yaşında aptal bir arkadaşın mı vardı? Şimdi git bak, hâlâ aptaldır. 
Kalıcı o, değişmez.

Yaşar Abi’den etkilenirim. Yaşar Kemal’den

Yazarlık nasıl başladı?
- Beş-altı tane film çektim, yönetmenliğim de var. Senaryo yazmayı seviyordum. Haşır neşirdim zaten bu işlerle. 

Yazar olarak etkilendiğiniz insanlar var mı?
- Zülfü Livaneli var, iyi kalemdir, beğeniyorum. Bir de Yaşar Abi. Yaşar Kemal.



Ne kadar sürdü kitabı yazmanız?
- Üç sene. 

Ne zamanlar yazıyorsunuz? İlham sabah mı gelir, akşam yatmadan evvel mi?
- Aklıma geldikçe. Evde de yazarım ama en çok Marmaris’te, yazlıkta yazıyorum. İnsanın içinden gelen bazı şeyler vardır. Susuzluk gibi, aşk gibi. Benim de içimden yazmak geliyor işte. 

Bunu yayımladınız. Var mı başka proje?
- Var, üstünde çalışıyorum. O da roman. Aslında bugüne kadar bütün biriktirdiklerim... Adı da şöyle olacak: ‘Ve bitti..!’

Çok merak ediyorum... Evet çıktığı zaman ne olacak?

‘Hadi Gel Köyümüze Geri Dönelim’in klibinde ilk kez bir travestiyi oynattınız. Şimdi yapılamaz. Huysuz Virjin’i bile seyredemiyoruz televizyonda. Acaba siz mi çok cesurdunuz, Türkiye mi geri gitti? 
- Kimsenin düşünemediği şeyi yaptım. Hatta Allah rahmet eylesin o kızı öldürdüler. Çekinmişti. “Benim kafamdaki travestiye benzemiyorsun” dedim ona. Onun da hoşuna gitti, oynadı. Bir fikirdi, bir anlatımdı. Kimseye de batmadı. O zamanlar daha bir demokrasi vardı. Demokrasi vardı. 

Hayatınız boyunca siyaset topuna hiç girmediniz. Neden? Siyasi fikriniz yok muydu?
- Siyaset başka bir olay. Ben hukuka inanırım, adalete, paylaşmaya, özgürlüğe, ifade özgürlüğüne inanırım. Bunlar bir ülkenin en büyük dokunulmazlarıdır. İnşallah bunlar bir katakulliye gelmez. Çünkü hukuk olmayan memleket, memleket değildir. Dağ başıdır orası. 

Kitap yazarken Türkiye’den ne kadar besleniyorsunuz? Mesela ‘tek adam hegemonyası’ndan bahsediyorsunuz kitapta... 
- İnsan manzaraları olarak... İnsanların yaşamış oldukları hayat. Bu topraklarda yaşıyoruz. Bu cumhuriyetin insanlarıyız. Tek adamlığın ne olduğunu bilmiyorum açıkçası ama tek adam iyi değil. Yani tek adamlığın iyi bir şey olduğunu sanmıyorum. Bir şey de söyleyemem o hususta...
Bir başkanlık tartışması var gündemde.

- Bunun ne olduğunu hâlâ bilmiyoruz biz. Halk da bilmiyor. Siz biliyor musunuz? Ben çok merak ediyorum mesela... Evet çıktığı zaman ne olacak?

Kitabınızda bir Türkiye-Çin karşılaştırması yapılıyor ve karakteriniz ‘Ceren’ utanıyor. Bu kadar verimli topraklarda böyle fakir kalmaktan dolayı başını öne eğiyor. Ne demek istiyorsunuz orada?
- Biz tarımda kendi kendine yetebilen yedi ülkeden biriydik. Şimdi samanı bile ithal ediyorlar, dışarıdan alıyorlar. Bu iyi bir şey değil. Yani bu kadar toprağı, arazisi olan bir ülkede... Mahsuller dallarında çürüyor. Pazarda alan da ağlıyor, satan da. Bir ağlamayan kim var biliyor musun?

Haldeki toptancı. 

Gözümü cumhuriyetle açtım
Çok kuvvetli bir Milli Mücadele ve Atatürk vurgusu da var...
- “Başbakan olabilirsin, bakan olabilirsin, reisicumhur bile olabilirsin ama sanatçı olamazsın” diyor. Askerde, Ankara’da bando bölüğündeydim ben. Atatürk’ün bu lafı yazıyordu duvarda. Gider gelir o lafı okurdum. Çok sözü var ama sanatçı olarak en etkilendiğim sözü budur. Teşvik ediyor insanı. Atatürk’süz olmaz. 

Biz kıymetini bilemiyor muyuz yeterince?
- Bilen biliyor. Bu kabullenmeyenler, rengini belli etmek için kullanıyor. “Bu bizdendir” deniyor. Niye? Atatürk’e sövdüğü için. Bunlar geçici şeyler.

Öyle mi düşünüyorsunuz, geçecek mi sizce?
- Mecburen geçecek. Türkiye’yi kurtarmış. Darmadağın olmuş bir ülke... Giren çıkan Fransızlar, İtalyanlar, İngilizler, Yunanlılar... Parçalanıp gidiyoruz, bugünkü Irak gibi. Bir adam çıkıyor, “Arkadaşlar ya istiklal ya ölüm” diyor. Yani ya öleceğiz ya da bu ülkeyi kurtaracağız. 

Öyle bir intiba bırakmış ki... 
Hiç ümitsizliğe kapıldığınız oluyor mu?

- Ben kapılmıyorum. Atatürk de öyle bir intiba bırakmış ki sen unutursun ama dünya unutmaz. Düşünebiliyor musun? Mao, kültür devrimini yapmış adam... “Ben Çin’in Atatürk’üyüm” diyor. Sen unutabilirsin ama dünya unutmaz, kınar hem de. “Vay be” derler, “Bir adamı sığdıramadılar...” “Bir adamın heykelini bile sığdıramadılar” derler. 

Ama öyle olmuyor.
- Ne gerek var ki bütün bunlara? O bir şey istemiyor ki. İdeallerini yazmış, çizmiş, Nutuk’lar bırakmış. ”Yaparsanız böyle olur, yapmazsanız siz bilirsiniz” demiş, gitmiş adam. Allah rahmet eylesin. Kim, ne derse desin. Ben Atatürk’ün kötü bir şey yaptığına inanmıyorum. Bırakmış olduğu cumhuriyete inanıyorum. Gözümü öyle açtım çünkü. Bak sen hiçbir şey yemedin, soğutuyorsun ama..
O kadar lezzetli konuşuyorsunuz ki ben sizi yiyorum şu anda, o derece keyif alıyorum.

YAZDIĞI ‘PARAŞÜTTEKİ ÇOCUK’ ROMANI İÇİN ADANA’DA BULUŞTUĞUMUZ FERDİ TAYFUR, MİLYONLARCA SEVENİNİN DEYİŞİYLE 
‘FERDİ BABA’

Paraşütteki Çocuk
Roman, New York-İstanbul hattında geçen, varlıklı bir ailenin ikiz kızlarının kentli hikâyesi olarak başlıyor ama 120’nci sayfaya doğru çarşı pazar karışıyor: Katil masuma, masum katile dönüşüyor; üstelik artık baldız baldan tatlı... İlerleyen sayfalarda işler iyice zıvanadan çıkıyor, polisiye olarak başladığınız kitabın, fantastik romana dönüştüğüne şahit oluyorsunuz. Finalde anlıyorsunuz ki onu da tamamen yanlış anlamışsınız, özünde bir aşk romanı okumuşsunuz. ‘Paraşütteki Çocuk’, Ferdi Tayfur’dan insanı durup durup ters köşeye düşüren, düşürdükçe düşündüren, düşündükçe kafanızı daha da karıştıran sıradışı bir çalışma. 

KİTAPTAN...

◊ New York Cosmos Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Bölümü Başkanı Dr. Jewinski’nin ağzı biraz bozuktu.

◊ Bizi tanınmış yıldız Angelina Jolie’ye benzetirler. Tek, onun dudakları çok etli, ağzı büyük. Bizimkilerse daha ince ve zarif.

◊ Adam donunu da çıkarınca öfkemden titremeye başladım. Hayvan herif, sanki önüne bir keser sapı bağlamıştı...

◊ Cyren please, sana bir can borcum var, o serseri Harlem’li Black Gang çetesinden beni 
sen kurtardın.