Sisler içinde gelirler... Dudaklarında eski öpüşlerin unutulmuş sırları... Ve gönüllerinde henüz denenmemiş tazeliklerin ürpertileri... Nasıl gelirler, nasıl belirirler, nasıl çıkarlar? Sisler içinde çıkıp gelen, sanki hiç yolcusu olmamış

Sisler içinde gelirler... Dudaklarında eski öpüşlerin unutulmuş sırları... Ve gönüllerinde henüz denenmemiş tazeliklerin ürpertileri...
Nasıl gelirler, nasıl belirirler, nasıl çıkarlar?
Sisler içinde çıkıp gelen, sanki hiç yolcusu olmamış öyküsel ve masum yelkenliler gibi...
Dostum Attila İlhan; hiç karşılaşmadığım Verlaine, değişik bir kurbun çizgisinde buruk alayların iç çekişli naniğiyle, dünyaya boş verip - vermeme kaydıraklarıyla oynamış Prevert; Henri Michaux...
En farkına varılmazın varmışlardır farkına:
“O kadınlar ki yoktular...”
***
Yıllar ve sisler içinden acıkmış aşklarla gelirler. Uzayda kayarken ışığını bir süre size bırakmış yıldızlar gibidirler. Otururlar, yatarlar, kalkarlar, konuşurlar..
Buluşur ve buluşamazsınız.
“O kadınlar ki yoktular...”
***
Bir denizin dibinde yalnızlıkların en görünmezini ararken mi bulmuştunuz onları?
Kimi, tuzaklı bitkilerin kandırıcı çiçekleri gibi güzel... Kimi, kirpiklerinde eski zamanlardan kalmış hınçların, fırsat kollayan ihanetinde... Kimi, dost, ılık, dişi... Ve göz ucuyla anlayışsızlıklarınızı ölçer boyuna; kuşkularını büyütmek için...
Nerden gelirler, nasıl gelirler? Bazen usul usul, bazen bir anda... Mırıltıları, arzuları, kişilikleri, rolleri, içtenlikleri, küskünlükleri...
Hem buluşur, hem buluşamazsın... Bir varmış, bir yokmuş gibidirler. Yaşanmamış gibi; yaşanmaz-yaşanır gibi... Sokulgan ve çekici, soğuk ve itici, şefkatli ve hayran, ilgisiz ve bencil, derin ve zeki, vurdumduymaz ve sağır... Ve hepsi...
“O kadınlar ki yoktular...”
***
Lise sıralarında tanımıştım birini. Şiirler yazmıştım ona. Ölüm ilanını gördüm bir gün. Lisede yazılmış şiirler arasında bir de ölüm ilanı...
Kim kimi yitirmiştir bilinmez ki... Günlerin hangi kapısından girerler bilinmez ki... Günlerin hangi kapısından çıktıkları da bilinmediği gibi...
“Müzikler dinlenir
Yemekler yenir
Büyük kent caddeleri
Deniz kıyıları
Akşamlar
Geceler
Sabahlar
Buluşursun
Buluşamazsın...”
***
Her kayboluşun arifesinde soğuk, mat bir ses duyulurmuş. Hızlıca itilmiş bir buzdolabı kapısından çıkan ses gibi... Dostum bir yazar söylemişti bunu vaktiyle. Çat’la tok, tok’la tak arası bir ses. Donuk, mat, titreşimsiz... En korkulan sestir belki de. Ve kesin duyulur bir gün...
***
Sisler içinden çıkıp gelirler. Ve öylece giderler...
Belki de hiç gelmemiş ve hiç gitmemiştirler...
“O kadınlar ki yoktular...”