Eskiden evlerde hanımlar; kazaklar, hırkalar, atkılar, eldivenler, yün çoraplar örerlerdi...
Gitgide azaldı yün ören kadınların sayısı. Bunun bir nedeni, hazır giyim sanayiindeki gelişmeyse; bir nedeni de, belki TV programları...
***
Osmanlı’da ressamlık yoktu, hattatlık vardı. Arap harfleriyle özene bezene yazılmış, “Ah min-elaşk”, “Bu da geçer yahu”, “Allah” tabloları...
Hattatlık da kayboldu gitti.
Ya takunya, nalın, tahta kaşık üretimi?
O da bitti.
Atlı arabalar da...
***
Önümüzdeki yıllar içinde kim bilir daha neler bitecek... Dikkat ederseniz senfoni, sonat, opera türü modern besteciler arasında da; adlarını tüm dünyanın bildiği, durmuş oturmuş yaygın şöhretler yok...
Şiirde de bir kuraklık başlamış gibi...
Tiyatroyu da, sinema boyunduruğa almış sanki...
***
Aristokrasiden burjuvaziye; burjuvaziden halklaşma süreçlerine geçildikçe; insanların teknolojik olanaklardan aldıkları pay yaygınlaşırken, beyinsel lezzetlerde de bir yufkalaşma başlıyor.
Araba sahibi olanların sayısıyla düz orantılı olarak artmıyor, Ibsen’den, yahut Rodin’den, yahut Hüseyin Rahmi’den zevk alanların sayısı...
Bu da doğal...
***
Daha rahat, daha gösterişli bir yaşam ve güvence açlığı çekilirken; insanlığın beyinsel bahçeleriyle bütünleşmek yaya kalır.
Hele Türkiye gibi geçmişinde “nesir edebiyatı” da, telif hakkı da bulunmayan alfabe dışı yerlerde...
***
Ekonomisi gelişmemiş ülkelerde, üstünlüğünü kanıtlamanın iki temel merdiveninden birisiyaset, öteki de bürokrasi...
Küreselleşme süreci ve “ulus-devlet” modelinin aşılmaya başlanması; her iki merdivenin de ihtişamını tehdit etmede...
Sinsi talan ve iri yalanlarla da mayalanmış olan yerli oligarşi; elinden geldiğince direnecektir yeni değişimlere... Sonra yün ören kadınlardaki azalma gibi; siyasetin de çekimi azalacaktır, üst düzey bürokrasinin de...
Bu arada insanlığın beyinsel bahçeleriyle “yazı” da; geniş yığınlardan çok, küçük grupların hobisi olma özelliğine bürünecek galiba...
***
Bir kaç yüzyıl sonra ise, geniş yığınlar da; yeniden keşfetmeye başlayacaklar beyinsel lezzetleri...
Tıpkı ortaçağın bitiminde, yeniden keşfedilmesi gibi, eski Yunan’la Roma’nın...
İnsanlıktaki “değişim” hiç bitmiyor; ona karşı çıkmaya çalışanlardaki “statükoculuk” da... Ve bütün bu hengâme içinde, insanlığın beyinsel hazineleri, zaman zaman unutulmuş gibi görünse de; sonunda mutlaka yeniden keşfediliyor.
***
Bin yıl sonra İstanbul kim bilir nasıl olacak?
Bugün ise her şey yorucu ve suyuna tirit görünüyor insana.