Eve geç geldiğim zaman, yatmadan önce televizyonun düğmesine dokunur, haber kanallarının alt yazılarını tararım. "Ne var, ne yok" diye.. Böyle gecelerden birinde, HaberTurk'te bir programa takıldım. "Kuran'da hangi ayet, niçin indi" gibilerden bir yaz

Eve geç geldiğim zaman, yatmadan önce televizyonun düğmesine dokunur, haber kanallarının alt yazılarını tararım. "Ne var, ne yok" diye.. Böyle gecelerden birinde, HaberTurk'te bir programa takıldım.
"Kuran'da hangi ayet, niçin indi" gibilerden bir yazı var ekranda..
İki kişi konuşuyorlar.
Bir genç kız da sunucu..
Daha genç olanı "Dinimizi hurafelerden temizlemek lazım" dedi.. "Ben bu zırvalara deli oluyorum.." 
"Aslında Müslümanlıkta hurafe yoktur.
Bunlar sonradan yaratılmıştır" 
diyor.. Yaratılma sebebi de ilginç, konuşmalardan anladığım kadarıyla..
Hazreti Musa'nın, Hazreti İsa'nın mucizeleri var. Denizi yarmak, körün gözünü açmak, kötürümü yürütmek gibi.. Hazreti Muhammed'in yok. Niye yok.. Daha yaşlıca olana göre, Ulu Tanrı "Ötekilere mucizeler yaptırdım ama bunlar gene inanmadılar. Çünkü amaçları üzüm yemek değil, bağcı dövmek.
O zaman Muhammed'e mucize yaptırmadım" diyor.
Diyor ama, yıllar boyu, bu üç dinin önde gelenleri bir araya gelip sohbetlere başlayınca, Museviler ve İseviler, başlıyorlar, peygamberlerinin mucizeleri ile övünmeye.. O zaman, bizimkiler de altta kalmamak için efsaneler uydurmaya başlıyorlar. Hurafeler, zırvalar böyle doğuyor.
Konuşmalar devam ederken, alt yazılardan, daha genç olanın Çukurova Üniversitesi İslam Bilimleri Ana Bilim Bölüm Başkanı Profesör Mustafa Öztürk olduğunu öğreniyorum. Daha yaşlıca görünen, İstanbul Baş vaizi Mustafa Akgül.. "Ben bir bilim adamı olarak bu hurafelere şiddetle karşıyım" deyince profesör, Baş vaiz Mustafa Hoca güldü.. 
"Dinler böyledir. Cahiller ekler, bilim adamları çıkarır.
Ortada saf din kalır.."

"Vay be" dedim ve izlemeye karar verdim..
Profesör Öztürk, Kuran meali de hazırlamış.. Aynen tercüme mümkün değil ya, dinen.. Mealen çevirenlerden biri de hoca.. Kuran'ı ezberleyen değil, bilen bir uzman.. "Bir takıldığım yer var" diyor.. "Miraç!.."
Hani, peygamber efendimiz bir gece Mekke'den Kudüs'e gider ve göğe yükselir ya.. Gidişi konuştular önce.. "Cismen de gitti mi?. Gittiyse nasıl gitti, hele o günün deve kervanından başka imkanı yokken, bir gecede Kudüs'e nasıl gidip geldi?. Yoksa sadece ruhu mu gitti, geldi" derken, profesör hocam esas itirazını anlattı.. "Göğe yükselir, Hazreti Muhammed.. Göğün yedinci katına birer birer çıkarken, her katta bir Ulu ile karşılaşır. Yedinci katta hatta 'Yazar meleğin kaleminin cızırtısını duydu' der, bazıları..
Yani sanırsınız ki, Allah kapının arkasında..
Onu geçtim. Kuran, göğe yükselmeyi anlatır. Ayni Kuran yüce Allah'ın mekansız, yani her yerde olduğunu söyler.. O zaman niye yukarıya, yedi kat göğe çıkıyor Muhammed, Allah'a ulaşmak için?."
Vaiz Hoca Akgül'ün yanıtına bayıldım.. "Bu dediklerin Kuran'ın indiği günlerdeki insanoğlu için geçerliydi. Bugün aya gidiyor insan.. Uzaya araçlar yolluyor..
Dünyadan uzaklaşıp uzaya gittiğin zaman, "Yukarı, aşağı" diye bir ayrım yapabilir misin?. Allah mekansız. Her yerde.. Uzayın her yerinde.. Peki uzayda 'Yukarı, aşağı' var mı?."
Bir din adamından, bir bilim adamına bu kadar güzel bir bilimsel yanıt!..
Hoca, bugün hemen tüm dinlerde insanların dua ederken ellerini yukarıya doğru açmalarını da şöyle izah etti.. 
"Onun sebebi, Tanrı'nın yukarda olduğu inancından çok, bir saygı ifadesidir!.."
Şimdi Sevgili Mehmet Barlas, bunları niye anlattığımı anlamıştır, sanırım..
Fikirlere "Zırva" deyip çıkmak ne derece doğru acaba?. Bugün "Zırva" dediklerimiz, yarın bilgilerimiz genişleyince, hem de nasıl gerçek olarak karşımıza çıkarsa?.
Miraç gecesi olanlar, göğe yükselmek, o yıllarda Kuran'ın kendisi ile bile çelişirken, bugünün uzay bilgileri içinde nasıl doğrulanıyor.
Hazreti Muhammed'in bir gece içinde, ruhen, hayal dünyasında değil, cismi ile Kudüs'e gidip gelmesi de mümkün, şimdilik sadece teoride olsa da..
Kuantum Fiziği hakkında bilgin var mı, Sevgili Barlas?. Bu fiziğin yasaları içinde Miraç bilimsel olarak mümkün, bugün iyi mi?. Biz büyük patlama ile oluşan evren içinde yaşıyoruz. Oysa daha 10 üzeri 500 sıfır evren daha var.. 10 üzeri 500 ayrı yasaları olan evren.. Dışımızda mı, iç içe miyiz, paralel evrenler mi?. Hepsi olabilir. Yedi kat gök yedi ayrı evren olabilir ve biz kuantum gemisi ile ışıktan da hızlı seyahat edebiliriz. Hatta o zaman, Miraç gecesine geri dönebilir, olup bitenleri gözlerimizle izleyebiliriz. Zırva gibi geliyor değil mi?.
Gelmesin.. Biraz Stephen Hawking oku..
Yunus'un dediklerini örnek vermişsin.. 
"Bir sinek, bir kartalı kaldırdı vurdu yere/ Yalan değil gerçektir. Ben de gördüm tozunu" deyişinin altında, derininde neler olduğunu anlayabildik mi bugün acaba?. Davut, Golyat'ı nasıl yendi?. O efsane.. Ama bilgilerimiz geliştiğinde, madde ile enerji, güç arasındaki ilişkiyi daha da iyi çözdüğümüzde, mesela "Kara deliklerin koca koca yıldızları, hatta galaksileri yutuşunu mu anlatıyor acaba Yunus" der miyiz, sence?.
Çok derinlere daldık.
Basitine gelelim. Biraz da gülelim.. "Bu zırvalar" diye örnek veriyorsun ya, Sevgili Mehmet.. "Manda yuva yapmış söğüt dalına/ Yavrusunu sinek kapmış gördün mü/ Sabahleyin erken çifte giderken, Öküzüm torbadan düşmüş gördün mü" türküsü, asla ve kat'a senin iddia ettiğin gibi zırva değil..
Haşo bizi ikiye böler ya, Zenci Türk köylülerin, Beyaz, yani şehirli Türklerle dalga geçmesidir, o türkü. Köyü bilmeyen, Türkçeyi sözlükteki gibi anlayanlar, bu türküye gülerler, köylü de onlara güler, Sevgili Mehmet..
Daha evvel yazdım, gene yazayım..
Manda suda yaşayan hayvandır.
Bütün gün derenin içinde durur.
Güneşin altında kızmamak için de gölge arar. Gölge derenin kenarındaki salkım söğütün suya uzanan dallarıdır. Manda suyun içinde o söğüt dallarının altına yerleşir. Söğüt dalına yuva yapar yani..
Yavru manda, arkasına konan sinekleri kuyruğu ile kovmayı henüz öğrenmemiştir.
Sinekler üşüşür ve ısırırlar..
Köy dilinde ısırmanın adı "Kapma"dır.
Köpek kapar, kedi kapar, sinek kapar, çocuğu..
Köylüler sabah erken, çift sürecek hayvanlarını alır tarlaya giderler.
Vakitten kazanmak için de, hayvanların yemlerini yolda verirler. Hayvan yem yiyip yola çıkmaz, yolda yemini yer. Nasıl yer?. Boynuna bir torba asılır, o torbanın içine yem doldurulur, hayvanın ağzını torbanın içine sokar, köylü.
Öküz yiye yiye gider. Ama geviş getirirken kafasını sallar. Bazen şiddetli sallar, torba ağızdan kayar. Boyunda asılıdır, yere düşmez ama, öküz kafasını bir daha torbaya sokamaz. Çiftçinin gelip yeniden düzenlemesi gerekir..
Yolda giderlerken, torbayı boşta gören oğlan, bağırır.. "Babaaa!.. Öküz torbadan düştü!.."
Oğlanın dediğini köylü anlar, şehirli anlamaz, Mehmetcim..
Eskiler 
"Durmuş saat bile günde iki defa doğru söyler" derken, aslında çok önemli bir nasihatte bulunuyorlar bizlere.."Her ama her fikre, derin bakın.. Derinlerde bir anlamı var mı bakın?. Bugün yoksa bile, yarın olabilir.. O zaman, katılmasanız da her fikre saygı duyun. İçinden bir şey çıkarabilirseniz, yararlı bile olur size.. Çıkaramazsanız, hafife almayın, yerden yere vurmayın.
Farklı şeyler söyleyenlere kızmayın." 

Bakın, demokrasiden falan da söz etmiyorum. İfade özgürlüğüne saygı falan da değil meramım..
Bir adım ileri gidecek, bir adım ilerleyeceksek, bunu farklı şey söyleyenlere borçlu olacağız. Başarı "Fark yaratanlar"dadır.
Bütün peygamberler devirlerinde yerden yere vurulmadılar mı, farklı şeyler söyledikleri için?. Bilim adamlarına gülünmedi mi, hatta işkenceler edilmedi, öldürülmediler mi, farklı konuştular diye..
Oysa Mevlana ne dedi?. "Yeniliğe doğru" diye ne dedi?. "Her gün bir yerden göçmek ne iyi.
Her gün bir yere konmak ne güzel.
Bulanmadan, donmadan akmak ne hoş.
Dünle beraber gitti, cancağızım, Ne kadar söz varsa düne ait.
Şimdi yeni şeyler söylemek lazım." "Zırvaladı" diyeceklerden, korkmadan, aldırmadan yeni şeyler söylemek lazım!..
Dinlemeyi de öğrenmek lazım, tabii!.