İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, 7 Ekim'deki dehşet verici saldırılardan 2 hafta önce Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu'nda İsrail ile Arap komşuları arasında "yeni bir barış çağının başlangıcını" müjdelemişti.

Netanyahu, "sözde uzmanların" İsrail ile iki devletli bir çözüm dahilinde Filistin'in Ürdün Nehri ile Akdeniz arasında toprak paylaşmasını öngören "yaklaşımlarının" hakim olduğu çeyrek yüzyıl boyunca, "tek bir sonuç bile" alınamadığını savunmuş ve eklemişti:

"2020'de benim savunduğum yaklaşımla... çok kısa sürede muhteşem bir atılım yaptık. 4 Arap ülkesiyle 4 ayda 4 barış anlaşması."

İbrahim Anlaşmaları (Abraham Accords) adı verilen ve eski ABD Başkanı Donald Trump'ın yönetiminin aracılık ettiği anlaşmalar, İsrail-Filistin barış girişiminin ABD'nin aracılık ettiği önceki girişimle aynı kaderi paylaşmasının ardından imzalanmıştı.

2020 İbrahim Anlaşmaları

  • 15 Eylül - İsrail-Birleşik Arap Emirlikleri normalleşme anlaşması ve Bahreyn-İsrail normalleşme anlaşması
  • 22 Aralık - İsrail-Fas normalleşme anlaşması
  • 24 Aralık - İsrail-Sudan normalleşme anlaşması

Önceki Arap-İsrail anlaşmaları

  • 26 Mart 1979 - Mısır ve İsrail Barış Anlaşması
  • 13 Eylül 1993 - Birinci Oslo Anlaşması (İsrail-Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ))26 Ekim 1994 - İsrail ve Ürdün Barış Anlaşması24 Eylül 1995 - İkinci Oslo Anlaşması (İsrail-FKÖ)

Netanyahu, anlaşmaların ivmesinin Filistinlileri "İsrail'i yok etme fantezisinden vazgeçmeye ve sonunda gerçek bir barış yolunu benimsemeye" ikna edeceğini söyledi.

Daha sonra elindeki "Yeni Orta Doğu" haritasını havaya kaldırarak, Filistinlilerin teslim olmasıyla iki devletli çözümün ortadan kalkacağını ima etti.

Prime Minister of Israel Benjamin Netanyahu addresses the 78th United Nations General Assembly at the UN headquarters in New York City, US on 2 September 2023

KAYNAK,REUTERS

Binyamin Netanyahu, Filistin devletinin olmadığı bir Orta Doğu'da Arap komşularıyla barışı tasavvur ediyordu - haritası da öyle

Diğer yandan Biden yönetiminin, İsrail-Filistin dosyasına, kendisinden önce gelen yedi ABD başkanından daha az enerji harcadığı düşünülüyordu.

Şubat ayında ABD Dışişleri Bakanlığı'na ait açıklamalar iki devlet olasığının "uzak" göründüğüne işaret ediyordu ancak ABD'nin "ufukta umudu canlı tutmaya kararlı olduğu" belirtiliyordu.

ABD Dışişleri Bakanı Anthony Blinken'ın Eylül ayında İsrail ve Filistin liderlerine yaptığı çağrılarda siyasi formülden hiç bahsedilmiyordu.

Çok şey değişti.

Blinken, 3 Kasım'da İsrail'de yaptığı konuşmada, "ABD, uygulanabilir en iyi yolun, aslında tek yolun, iki devletli çözümden geçtiğine inanmaya devam ediyor" dedi.

Ancak 25 yıl önce barışın patlak vermesini engelleyen çelişkiler ve engeller büyüdü ve daha da karmaşık hale geldi.

Barış umutları nasıl suya düştü?

İki devletli çözüm anlaşmasının taslağı, İsrail ve Yaser Arafat'ın El Fetih örgütü liderliğindeki FKÖ'nün, Norveç'in arka planda aracılık ettiği müzakerelerin ardından 1993 yılında iki devletin karşılıklı olarak birbirini tanımasını kabul etmesinden sonra oluşturuldu.

Ancak Oslo süreci olarak adlandırılan süreçte, hiçbir zaman mantıksal açıdan sona gelinemedi ve geride çözülmesi eskisinden çok daha zor olan sorunlar kaldı.

Barış için toprak anlaşmaları, Filistin Yönetimi'nin İsrail'in 1967'deki 6 Gün Savaşı'nda ele geçirip işgal ettiği topraklarda özyönetim kurmasını sağladı.

Ancak askeri işgal ve Yahudi yerleşim faaliyetleri devam etti ve "kalıcı statü sorunları" adı verilen meseleler daha sonraki müzakerelere bırakıldı.

Bunlar arasında, 1948'deki ilk Arap-İsrail Savaşı'nın ardından Birleşmiş Milletler'in 1947'de bölünme yönünde oy kullanmasıyla İsrail'in kurulduğu topraklardaki Filistinli mültecilerin durumu da vardı.

İsrail, 1967'de Doğu Kudüs'ü ilhak etmişti ve bu da bir başka muammaydı çünkü kutsal mekanlar her iki taraf için de taviz vermeyi kabul etmeyecek kadar önemliydi.

mescidi aksa

Yıllar süren diplomatik tartışmalardan sonra, sorunlar nihayet 2000 yılında Camp David'de dönemin ABD Başkanı Bill Clinton'ın ev sahipliği yaptığı basına kapalı zirvede ele alındı ancak İsrail Başbakanı Ehud Barak ve Filistin Yönetimi Başkanı Yaser Arafat arasındaki uçurum kapanmadı.

Başarısızlıkla ilgili herkes birbirini suçladı. İsrailli ve ABD'li yetkililer Arafat'ın o güne kadar elde edebileceği en cömert anlaşmayı geri çevirdiğini söyledi. Filistinlilerse anlaşmayı, Doğu Kudüs'te bir başkent kurulması gibi şartların çok altında kalan bir sahtekarlık olarak nitelendirdi.

İsrail'in ana düşmanını etkisiz hale getirme hedefine çoktan ulaştığını savunan eleştiriler yapıldı. Peki, Filistin nüfusunun yoğun olduğu bölgelerde güvenlik kontrolü Filistin Yönetimi'ne devredilirken, bu kadar çok yatırım yaptığı yerden neden vazgeçiyordu?

Arafat, müzakereleri zayıf bir pozisyonda yürütürken, ABD'li arabulucu İsrail ile tarihteki tüm devletlerden tartışmasız daha yakın bir ilişki içindeydi.

İki devletli çözüme giden yolda aşılamaz olduğu ortaya çıkan başka önemli faktörler de vardı.

1987'de Gazze'de kurulan İslami Direniş Hareketi (Hamas), rakibi El Fetih'in barış konusundaki tavizlerine karşı çıktı ve 1994'ten itibaren görüşmeleri intihar saldırılarıyla sabote etmek için çok sayıda fırsat buldu.

Yahudi yerleşimciler aynı zamanda Tanrı'nın kendilerine vaat ettiğine inandıkları topraklardaki varlıklarını genişletmek ve güçlendirmek için bu ertelemeleri fırsat olarak kullandılar.

Başkan Clinton

KAYNAK,REUTERS

2000 yılındaki Camp David görüşmeleri Filistinlilerin istekleri ve İsraillilerin teklifleri arasındaki uçurumu kapatamadı.

Oslo'dan sonra ne oldu?

2000 yılında İkinci İntifada olarak bilinen Filistin ayaklanması patlak verdiğinde İsrail'in siyasi ağırlık merkezi önemli ölçüde sağa kaydı.

Oslo'nun arkasındaki itici güç olan İsrail İşçi Partisi'nin önemi azalırken, yerleşimci yanlısı sağın farklı versiyonları hakim oldu.

Bu karmaşadan kurtulmak isteyen seçmenler, sağcı Likud Partisi'nden, Arafat'ın amansız karşıtı Ariel Şaron'a döndü.

Başkaldıran Filistin halkları İsrail'in askeri gücüyle yüzleşirken Şaron'un kabinesi, Filistinlileri İsrail'den ve Batı Şeria'daki bazı yerleşim yerlerinden ayıran bariyeri uygulamaya koydu.

Arafat, 2004'teki ölümünden kısa bir süre öncesine kadar Ramallah'ta sıkışıp kalmıştı.

Beklenmeyen şekilde Şaron, 1,5 milyon Filistinlinin arasında yaşayan birkaç bin yerleşimciyi Gazze'den uzaklaştırdı ve birliklerini çeperlere yerleştirdi. Batı Şeria'da izole edilmiş dört yerleşim yeri de boşaltıldı.

"Çekilme" planının sonuçları devasaydı: Amaç, yoğun nüfuslu Filistin bölgesinden ayırarak İsrail topraklarındaki Yahudi çoğunluğunu korumaktı.

Şaron'un baş danışmanı bir gazeteciye, bunun siyasi müzakereleri sona erdirmek için "İsrail'e bahane" sağladığını söyledi.

Bu girişim Likud'u böldü ve yerleşim savunucularını yabancılaştırdı. Şaron yılmadan 2006 seçimlerinde mücadele etmek için yeni bir parti kurdu.

BM'ye göre İsrail'in saldırıları Filistin'de 1,74 milyon insanı yoksulluğa itti BM'ye göre İsrail'in saldırıları Filistin'de 1,74 milyon insanı yoksulluğa itti

Seçimden haftalar önce Şaron'un yaşadığı beyin kanaması, Batı Şeria için benzer bir planın olup olmadığını asla öğrenemeyeceğimiz anlamına geliyordu. Böyle bir plan olsa bile bunu gerçekleştirecek nüfuza yalnızca Şaron sahipti.

Arafat'ın halefi Mahmud Abbas'ın "Oslo ilkelerine ihanet" olarak nitelendirdiği çekilme, Gazze'deki Hamas destekçileri tarafından direnişin zaferi olarak kutlandı.

Ancak Mısır'ın işbirliğiyle İsrail, Gazze ablukasını sıkılaştırdı. Militan saldırıları ve İsrail'e roket atılmasına İsrail'in direnişi kontrol altında tutmak için bombardıman ve işgalle yanıt vermesiyle şiddet düzenli bir biçimde tırmanıyordu.

Hamas, bu sırada Batı Şeria'da evriliyordu.

2006'daki Filistin Parlamentosu seçimleri, El Fetih'in Filistin'in bağımsızlığını sağlamadaki başarısızlığı ve yolsuzluklardan hayalkırıklığına uğramış seçmenlerin çoğunun Hamas'a oy vermesiyle sonuçlandı.

Uluslararası baskı, Hamas'ı daha önceki Filistin Yönetimi taahhütlerine uymaya, şiddete son vermeye ve İsrail'i tanımaya zorladı; Hamas ise bunlara hazır değildi.

Hamas'ın, Filistin Yönetimi'ni güç kullanarak Gazze'den çıkarması Gazze'yi silahlı direnişin merkezi olarak bıraktı. Barış ihtimali canlı olmasa da, Batı Şeria barış anlaşmalarına bağlı olan El Fetih yönetiminde kaldı.

Ancak Hamas'ın tutumlarında, şiddetin uzun vadede durdurulması yönündeki teklifler ve İsrail'in 1967'de işgal ettiği topraklarda bir devlet kurulabileceği yönündeki önerilerle gelecekte siyasi angajman olasılığına işaret eden farklılıklar vardı.

Ancak Hamas, Batı Şeria'daki yerleşim birimlerini büyüklük ve nüfus bakımından genişletmeye devam eden İsrail'in feshedilmesini öngören tüzüğünü değiştirmedi.

Hamas zaman içinde Gazze'deki denetim eksikliğinden de yararlanarak, bugün "Direniş Ekseni" olarak bilinen Lübnan'daki Hizbullah gibi müttefiklerinin desteğiyle askeri kapasite oluşturdu.

Hamas'ın 7 Ekim saldırıları ve sonrasında yaşananalar, süregelen İsrail-Filistin meselesini küresel gündemin ilk sıralarına taşırken, birçok yeni faktör de odak noktası haline geldi.

İsrail tarafında Gazze Şeridi'ndeki siviller üzerindeki etkisine rağmen Hamas'ın yok edilmesi gerektiği konusunda geniş bir görüş birliği var.

Sağcı Netanyahu destekçileri arasındaki söylem Gazze nüfusunun kalıcı olarak uzaklaştırılması yönünde.

Filistin tarafından bakıldığında bu, Arapça'da "felaket" anlamına gelen başka bir Nakba'yı temsil ediyor.

Tarihte Nakba olarak bilinen olay, 1947'nin son aylarından 1949'un başlarına kadar, yaklaşık 700 bin Filistinlinin bugün İsrail devletinin olduğu topraklardan mülteci haline geldiği dönemi anlatıyor.

Netanyahu'nun politikalarının kaçınılmaz olarak tek bir apartheid devletiyle sonuçlanacağından korkan İsrail solunda, Hamas'ın ortadan kaldırılması, Hamas, Filistin Yönetimi ve İsrail'den oluşan üç birim yerine ikili bir denklemi tesis ediyor.

Bu, iki devletli çözüm hesaplamalarını tekrar masaya getiriyor.

Eski İşçi Partisi üyesi yazar Avraham Burg, BBC'ye verdiği demeçte, İsraillilerin ve Filistinlilerin "yaşananların şokundan" kurtulmak için zamana ihtiyaçları olduğunu, ancak kan dökülmesinin kalıcı bir şekilde durdurulmasını sağlamanın tek yolu olan iki devletli çözümü seçeceklerine inandığını söyledi.

"Uzun vadeli barışı vaat edecek olan siyasi formül ne olursa olsun, eninde sonunda İsraillilerin çoğunluğu tarafından benimsenecektir" dedi.

Gençlere göre ABD tarafsız olmalı

batı şeria

Gazze'deki saldırıyı, Batı Şeria'da artan yerleşimci şiddetini ve askeri baskıyı yaşayan veya bunlara televizyonda, sosyal medyada tanık olan Filistinliler farklı düşüncelere sahip olabilir.

Arap Dünyası Araştırma ve Kalkınma (AWRAD) şirketi tarafından 31 Ekim-7 Kasım tarihleri arasında Gazze ve Batı Şeria'da yaşayan Filistinlilerle yapılan bir ankete göre, katılımcıların yüzde 68'i iki devletli çözüme verdikleri desteğin azaldığını söyledi.

Filistinliler aynı zamanda davalarına uluslararası düzeyde artan desteğin de bilincinde olacaktır. Reuters/Ipsos tarafından yapılan bir anket, genç Amerikalıların İsrail'i destekleme olasılığının önceki nesillere göre daha düşük olduğunu ortaya koydu; 40 yaşın altındaki katılımcıların yüzde 40'ı, ABD'nin tarafsız bir arabulucu olması gerektiğini söyledi.

2023'te yaşananların, barış müzakerelerinin ana sponsoru olan Washington'ın koruyucu etkisini otuz yıl boyunca hisseden İsrail üzerinde daha fazla baskıya nasıl dönüşeceği veya dönüşüp dönüşmeyeceğini bilmek için henüz çok erken.

Ancak hâlâ barış için direnen Filistinliler için, gelecekteki Filistin devleti üzerinde daha fazla yerleşime zaman kazandıracak açık uçlu müzakerelere geri dönüş yok.

Çatışma çözümünde uzman akademisyen Dalal Iriqat, "Eğer ciddilerse öncelikle İsrail'in sınırlarını belirlemek ve işgali sona erdirmek üzere somut adımlar atılmalı" diyor ve ekliyor:

"ABD'nin barış süreciyle ilgili aynı hoş söylemini eyleme geçmeden tekrarlamaya devam etmekle bu olmaz."