“Anadolu yarım-adası”nın, Suriye sınırlarındaki köylerden kopup, hâlâ daha “taşı toprağı altın” diye tanımlanan İstanbul’a geldiğinde, bir terziye gidip bir burjuva takım elbisesi ısmarlamıştı kendine. *** Elbisesini terziden almaya gittiğinde de,

Anadolu yarım-adası”nın, Suriye sınırlarındaki köylerden kopup, hâlâ daha “taşı toprağı altın” diye tanımlanan İstanbul’a geldiğinde, bir terziye gidip bir burjuva takım elbisesi ısmarlamıştı kendine.
***
Elbisesini terziden almaya gittiğinde de, darca pantolon, yelek, ceket hepsi tamamdı; sadece ceket üç kolluydu.
Ceylanpınar’dan İstanbul’a göç etmiş delikanlı, sert bir sesle terziye bağırmıştı:
- Neden bu ceket üç kollu?
Terzi de sakin bir sesle yanıt vermişti:
- Siz öyle yapmayın demediniz ki...
***
Şoförün biri, 7 arabayı devirdikten, bir kamyonun da dere yatağına düşmesine neden olduktan, bir itfaiye merkezinde de her şeyi kırıp döktükten sonra, akordeona dönmüş arabasının içinde bayılmıştı.
***
Gözlerini açtığı zaman bir hastane acil servisinde yatıyordu ve bir doktor eğilmişti üzerine. Alelacele sordu:
- Ben nerdeyim?
Doktor da yanıt verdi:
- Analizlerinizin hepsi yapıldı. Sonuç; alkolünüzün içinden çok az kan çıktı.
***
Resmen açıklanmadı ama, Pazar günkü seçimlerde seçmenler de, seçim sandıklarının “albenisine” uymak zorundaymışlar. Yoksa adları, “ayaktakımı”na çıkıyormuş.
***
Ülkeyi yöneten “beyin takımı” ile yönetilen “ayak takımı” böyle ayrılıyormuş.
Bizim ülkemizde ise kolay değilmiş, bunları birbirinden ayırmak.
Uzmanlar:
- Belki de, demokrasi gerçekte budur ama maalesef bizde hukuk yok, diye yakınıyorlar.
***
Yakınmaya hiç gerek yok. Kapısı yeni açılan “uzay çağı”nda bunların hiçbiri yok.
***
Bundan bir övünç payı da çıkarabiliriz, şöyle bir merakı da:
- Bin yıl sonra gelecek kuşaklar yanıtlayacak bu merakı.
***
En iyisi gerilimi bırakıp, Cumartesi’nin tadını çıkarmak.
Çünkü Cumartesiler her zaman tadını çıkarıyor insanlarımızın.
***
8.5.1977 tarihinde Hürriyet gazetesinde yayımlanmış imzasız bir fıkra:
“İki perde var
Birincisi zırh gibi, kaskatı, öyle inmiş duruyor.
İkinci perde, yırtık pırtık, paçavra gibi her yanı oynayıp kımıldıyor rüzgârda. Herkes kaskatı duran perdeyle ilgili, boyuna soruyorlar:
- Bu perdenin arkasında kimler var? Bu perde kalkmayacak mı? Perdenin gerisindeki suçlular çıkmayacaklar mı ortaya? Perde zırh gibi, kalkan gibi, kapkara kımıldamadan duruyor...
Bu perdenin adı, “Esrar” perdesi.
Ya kimsenin ilgilenmediği paçavralaşmış olan perde, ne perdesi?
Yırtıklığına bakılırsa o da, “haya” perdesi.